Dolar 34,6798
Euro 36,6936
Altın 2.954,64
BİST 9.640,08
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 15°C
Parçalı Bulutlu
Bursa
15°C
Parçalı Bulutlu
Cum 16°C
Cts 14°C
Paz 12°C
Pts 10°C

“BİZ İŞÇİ ÇAĞIRDIK AMA ‘İNSAN’ GELDİ”

“BİZ İŞÇİ ÇAĞIRDIK AMA ‘İNSAN’ GELDİ”
21 Kasım 2011 16:07
A+
A-

On sekiz yıldır dünyayı geziyorum. Asya’dan Amerika’ya birçok kıtada pek çok ülke, pek çok şehir gördüm, nice insanlar tanıdım. Ancak beni en çok etkileyen yıllar önce yaptığım Almanya seyahati oldu.
İlgimi çeken oradaki Türklerin yaşamıydı. Sıkça duyduğumuz ama ne yaşadıklarını bilmediğimiz insanların bir ülkeye gelip hesapsız kitapsız tutunabilme çaresizliğiydi.
Dizilerde, filmlerde izlediğimiz, gazetelerden takip ettiğimiz bu hayatların aslında ne kadar yakıcı olduğunu bilir misiniz?
Berlin Film Festivali’nde büyük ilgi gören ‘Almanya’ya Hoş Geldiniz’ adlı filmi izledim geçen hafta. Bir gurbetçi ailenin izlenmeye değer trajikomik hikâyesiydi anlatılan. Altmışlı yıllarda Almanya’ya gelen bir milyon birinci işçinin öyküsü ve göçün insani boyutu. Yönetmen doğma büyüme Almanyalı olan Yasemin Samandereli.
Filmin kahramanı Hüseyin, bir akşam aile fertleri hep bir arada oturmuş yemek yerken Türkiye’de bir ev aldığını ve hep birlikte vatanlarına gitmek istediğini açıklar. Herkes şaşırmıştır. “Nereden çıktı şimdi bu?” diye düşünürler. Kimisini de bir düşünce alır gider: “Benim gerçek vatanım neresi?”diye.
Alman gelinin dışında kimse gitmek istemez, ancak sonunda Türkiye’nin yolu tutulur. Yolculuk güzel anılarla, tartışmalarla, küsüp barışmalarla başlar, hiç beklenmedik biçimde seyri değişir…
Almanya’daki gurbetçilerimizin durumları dışarıdan bakıldığında iyi gibi görünse de vatan hasreti, çekilen sıkıntıların acısı içlerinde, ruhlarında yaşıyor ve yaşayacak. Yıllarla birlikte insanların yaşamları zedelenmiş olarak sürecek.
Ya çocuklar, gençler?
Yabancı topraklarda kendi mahallesini, günlük yaşamını yaşamak, yaşatmak nasıldır? Göçmenlerin alışkanlıkları devam eder mi, yoksa bünye mi değiştirir? Aile ve
akrabalar arası ilişkiler nasıldır? Sevgi ve dayanışma nasıl sürdürülür?
Filmde her şey, yani dedeleri Hüseyin’in hikâyesi torunu Canan’ın ağzından anlatılıyor. Almanların yeme-içme alışkanlıkları, temizlik anlayışları, davranışlarının olumsuzlanması trajikomik bir dille beyaz perdeye aktarılmış.
Yıllar öncesinde karşılaştığım sıla hasreti çeken, kimi parçalanmış ailelerin çocukları, kimi değişik yaşam koşullarına alışmak durumunda olan işçiler, dil bilmeyen eşler, dışlanmış çocuklardı… Gördüklerim filmde izlediklerimle benzerdi.
Kimine göre ‘Almancı’ kimine göre ‘gurbetçi’, kendilerine göre ‘Avrupalı Türkler…’ Ancak adı ne olursa olsun Almanya ‘acı vatan’ olmayı sürdürüyor.
Almanya gezisinde konuştuğum gençler, büyüklerinin yola çıktıklarındaki düşlerinden, beklentilerinden, karşılaştıkları koşullardan, uyum güçlüklerinden bahsetmişlerdi. Kimi yaşadığını, kimi hissettiğini, kimi de duyduklarını gözyaşları içinde anlatmıştı.
Ne büyük sıkıntılar yaşanmış ve yaşanmaktaydı, nasıl olmasın ki? Anadolu’nun pek çok köyünden, kasabasından çıkan birçok vatandaşımız, Türkiye’nin bir büyük şehrini görmeden, kendini, bilmediği bir dilin konuşulduğu topraklarda bulmuşlar. Ekmek kavgası için gittikleri gurbetten ne olursa olsun hep bir geri dönüş düşünülmüş. Bu nedenle anadillerini ve kültürlerini unutmamak, unutturmamak için de çabalamışlar.
Gençler şikâyetçiydi. Anne-babaları, yıllarca dönüş hayalleri içinde ne kendilerine ne de çocuklarına gelişme imkânı tanımışlardı. Almanlar ile sadece iş temasında bulunmuşlar, kalan zamanlarını Türkler ile bir arada sürdürerek kendilerini dışlamışlardı.
Bir de dil sorunu vardı. Almanya’nın aslında farklı dilleri öğrenmeye destek verdiğini ancak Arapça ve Türkçe için destek verilmediğini öğrenmiştim. Genellikle babalar iş bulma telaşı içinde iken anneler filmdeki kadın gibi ‘ekmek’ ve ‘süt’ diyebilmeyi bile beceremiyordu. Dolayısıyla sosyal olarak dışlanmaları kaçınılmazdı.
Ve hep kaba saba bir millete mensuplardı onların gözünde. ‘Barbar Türk’ klişesinden kutulamamıştık ne yazık ki…
Bu süreçte bazı değerlerin yitirildiği bir gerçek… Madde bağımlısı olan ya da cezaevlerine düşen gençler gibi. Ancak dilini, dinini muhafaza eden, üniversite eğitimi gören, ticarete atılan ve başarılı olan insanlarımız da yok değil.
“Biz işçi çağırdık ama ‘insan’ geldi” demiş İsviçreli Felsefeci Max Frisch, 1960’lardaki işçi göçüne dair. Size iyi seyirler dilerken, bir nebze de olsa bu filmle Almanların gurbetçilerimizi ‘barbar’ değil birer ‘insan’ olduğunu ‘görmeye’ başladığını düşünüyorum.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj gönder
1
Merhaba
Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?