Yolsuzluğun bedeli
1989 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı seçilen SHP’li Nurettin Sözen döneminde Ergun Göknel İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) genel müdürlüğü görevine getirilir.
90’lı yılların başlarında kuraklık nedeniyle tarihinin en susuz dönemini yaşayan İstanbul’a içme suyu temin etmekle görevli olan kurumu İSKİ’nin Genel Müdürü Ergun Göknel 25 Ekim 1993’te satın alınan içme suyu klorunun bedelini yüksek göstererek yolsuzluk yaptığı suçlamasıyla hakim karşısına çıkar.
6 Aralık 1993’te davanın tutuklu zanlılarından Ergun Göknel’in İsviçre’de bulunan bir bankada 30 bin Dolar ile 670 bin Alman Markı yani bugünkü kur ortalamasıyla 500 bin Doları bulunduğu saptanır.
Daha açık anlatmak gerekirse,
İddia edilen ses kayıtlarında Bilal Erdoğan’ın babasının talimatıyla dağıtıp dağıtıp eritemediği ve elinde kalan 30 milyon Euro’nun 80’de biridir bu para.
Bir başka deyişle,
Türkiye’de sözü edilen yolsuzluğun toplam bilançosunun 87 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde İSKİ skandalı bu rakamın yanında 174 bin kat daha küçük kalıyor.
Olayın devamında ise Genel Müdür Göknel’in İsviçre’deki hesaplarının iadesi istenir ve paraya el konulur. SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın ile SHP’li belediye başkanı Nurettin Sözen bu davadan beraat ederler.
Skandalın bedeli ağır olmuştur. Nurettin Sözen 1994 yerel seçimlerinde aday olmazken İstanbul belediyesi SHP’den Refah Parti’li Recep Tayyip Erdoğan’a geçer.
1989 yerel seçimlerinde %35,95 olan SHP’nin oy oranı 1994’teki yerel seçimlerde %20,30’a düşer. Ergün Göknel 8 yıl 4 ay hapis yattıktan sonra tahliye olur. Dünyalığını yapamamıştır. Beş parasız olduğu için çareyi bilgi yarışmalarına katılmakta bulur.
1990’lı yılların en büyük yolsuzluğu olarak gösterilen İSKİ skandalını bugün 30 yaşın üstündeki herkes çok iyi hatırlayacaktır. O dönemde ilkokula giden çocuklar bile 1993 yılında patlayan bu yolsuzluk skandalının konuşulduğu bir ortamda büyüdüler.
Öyle ki, özel televizyon kanallarının yeni çıktığı bir dönemde Levent Kırca ve ekibinin hazırladığı Olacak O Kadar adlı programın en büyük malzemesi olmuştu. Aynı şekilde Uğur Dündar’ın hazırlayıp sunduğu Arena adlı programda yolsuzluğun üzerine en cesur biçimde gidilmişti. Kırca ve Dündar, bugünkü yandaşların yaptığını yapmamış, aksine kendi siyasi görüşlerindeki SHP’yi ve belediyesini yerden yere vurmuştu.
Bu skandal aradan geçen 20 yıllık süre içerisinde ne kadar duyarsızlaştığımızın bir örneği. Yaşanan olay 90’lı yıllar Türkiyesi’nin en büyük skandalı. SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın iktidar ortağı olarak Başbakan Yardımcılığı görevinde.
Buna rağmen, savcıların yerinin değişmediğini, emniyet müdürlerinin görevlerinden alınmadığını, valilerin merkeze çekilmediğini de hatırlatmam gerekir.
Bugün artık benzeri yolsuzlukları geçiştirmek için “Belediye Başkanımızı yedirmeyiz” , “Dış güçlerin komplosu” veya “Faiz lobisinin işi” demek yetiyor.
Zaten yolsuzluğun üzerine gidecek bir savcının durumunu tahmin etmek de zor değil. Deniz Feneri davasında olduğu gibi Alman mahkemelerinin suçlu bulduğu şahıslar Türkiye’de temize çıkabiliyor.
Bugün 1 milyon doların zimmete geçirildiği bir ilçe belediyesi bile gazetelerde haber olur mu sizce?