Okul yolunda
Yolda küçük bir çocuğa rastladım. Siyah saçlı, simsiyah gözlü. Durmuş bana bakıyordu. Sokakta böyle çocuklar yüzlercedir. Ama nedense o an o çocuk bana farklı göründü.
“Birini mi arıyorsunuz?” diye sordu meraklı bakışlarla. Durdum, düşündüm; nereden, nasıl başlayacağımı bilemedim.
Yolda küçük bir çocuğa rastladım. Siyah saçlı, simsiyah gözlü. Durmuş bana bakıyordu. Sokakta böyle çocuklar yüzlercedir. Ama nedense o an o çocuk bana farklı göründü.
“Birini mi arıyorsunuz?” diye sordu meraklı bakışlarla. Durdum, düşündüm; nereden, nasıl başlayacağımı bilemedim.
“Aklımdan çıkmadı bir ömür boyu bu yol, bu sokak, evim, okulum… Farklıydı her şey o zamanlar. Bak dinle…” dedim.
“Bizim okul yolumuz vardı, ellerimizde çantalarımızı sallayarak gittiğimiz. Ara sıra dönüp ardımıza baktığımız.
Bizim okulumuz vardı, elinde zil, koşarak merdivenleri inen hadememiz. Kantininde susamsız simitlerimiz.
Bizim sevgi dolu, bağrı yanık öğretmenlerimiz vardı. Yarı annemiz, yarı babamız.
Bizim beslenme çantalarımız vardı. Üstü delikli, plastikten. İçinde elma, yumurta, peynir, bir de vazgeçilmez elbezleri.
Bizim saman kâğıdından defterlerimiz vardı, koparmaya kıyamadığımız, koklamaya doyamadığımız.
Henüz tam renklenmemişti dünyamız. Bizim siyah beyaz önlüklerimiz vardı. Beyaz yakamızın aydınlığı çökerdi omuzlarımıza.
Bizim siyah beyaz televizyonlarımız vardı. Akşam yedi dedi mi açılan, gece yarısı marşımızla kapanan.
Bizim filmlerimiz vardı Pazar günlerini süsleyen., hiç bıkmadan defalarca izlediğimiz…
Bizim evimiz vardı, küçük bir bahçemiz. Tavukları yemlediğimiz, çamaşırlar arasında oynadığımız.
Bizim bakkal amcalarımız vardı, dükkânında teneke kutuda bisküvilerimiz, gofretlerimiz, renk renk akide şekerlerimiz, lokumlarımız…
Bizim ipimiz, topumuz vardı. Makaradan arabalarımız, bezden bebeklerimiz…
Bizim Cin Ali adlı kahramanımız vardı. Çerden çöpten, ama cesur, yüreği sevgi dolu.
Bizim mektuplarımız vardı, kalbe dokunup yazılan, allı pullu desen desen…
Bütün kediler, köpekler bizimdi. Vazgeçemediğimiz dostlarımız ikindi kahvaltısını paylaştığımız.
Bizim uçurtmalarımız vardı, kırmızı, mavi, yeşil hayallerimizi gökyüzüne uçurduğumuz.
Bizim pikaplarımız vardı iğne uçlu. Bir de üstünde dönen, döndükçe girdap misali bizi alıp götüren plaklarımız.
Bizim şarkılarımız vardı, bülbülleri susturup dinlediğimiz. ‘Sev kardeşim,’ diyen şarkıcılarımız.
Bizim bir dünyamız vardı. Hayal kurup yarattığımız, içine girip saklandığımız.
Bizim katmer katmer gül açan gönüllerimiz vardı…”
Simsiyah gözlerinde yaşlar belirmişti, ya da bana öyle gelmişti. Elime yapıştı çocuk, çocukluğum…
Rüyam gerçek olmuştu okuluma vardığımda. Koşar adımlarla merdivenleri çıktım.
Sınıfımın kapısındaydım, yavaşça vurdum. “Girin,” dedi bir ses. Kapıyı açtım, ürkek birkaç adım attım. Herkes bana bakıyordu. Gül bahçesine girmiş gibiydim, rengârenk, taptaze, cıvıl cıvıl…
“Buyurun, kimi aramıştınız,” dedi öğretmen.
Durakaldım. Nerden, nasıl başlayacağımı bilemedim. Zayıf, titrek bir sesle, “Çocukluğumu,” dedim…