Gezginin sırları -2
Annemin öğrettiği bir yöntem vardır karar almamı kolaylaştıran. Ne zaman dara düşsem uygularım. Kararsız kalmama neden olan her ne varsa bir kâğıda yazar, bunları önem derecelerine göre sıralar, önemsiz olanların üzerini çizerim.
Dünya Kazan, Ben Kepçe
Annemin öğrettiği bir yöntem vardır karar almamı kolaylaştıran. Ne zaman dara düşsem uygularım. Kararsız kalmama neden olan her ne varsa bir kâğıda yazar, bunları önem derecelerine göre sıralar, önemsiz olanların üzerini çizerim.
O zamanda öyle yapmıştım. Dünyayı gezebilmem için gerekli şartlar, engeller her ne varsa sıraladım. Önceleri üç maddeden oluşan liste yaş ilerledikçe değişti, kabardı. Üzeri çizilenler de çoğaldı. Ama sonuç hep aynıydı: Seyahat etmenin yolu, öncelikle ‘iyi bir meslek ve iyi bir iş’ sahibi olmaktan geçiyordu.
“Şimdilik unut bunları,” dedi içimdeki özgürlük meleği, “Büyümek şart.” Ben büyürken içimdeki seyahat arzusu da hep yandı durdu. Ortaokul, lise derken, üniversite yıllarının sonuna gelmiştim.
O sıralar İngilizce kursuna gidiyordum. Bir gün kantinde bir broşür gördüm. ‘İngilizce öğrenmek için çalışma fırsatı’ başlıklı. O yıllarda yurtdışına genellikle çocuk bakıcısı olarak gidiliyordu. Ancak bana göre bir iş değildi. Bu ilan daha farklı iş imkânları sunuyordu.
O gün karar verdim. Yurt dışına çıkmam için elime geçen tek fırsattı. “Bunu mutlaka değerlendirmelisin!” dedim kendime. Peki, ailem bu izni verecek miydi? Ne olursa olsun ikna etmenin bir yolunu bulmalıydım.
Tahmin ettiğimden daha kolay oldu. Ağzım kulaklarımda eve geldim. Konuyu açtım heyecanla. Babam annemden daha olumlu baktı. Kararımdan dönmeyeceğimi bildiğinden olsa gerek desteklemeyi tercih etti. Karar merci babam olduğundan bir sorun kalmamıştı.
Çalışma izni için anlaşabilecek kadar İngilizce bilmek gerekiyordu. Şansım iyi gitti, İngilizce sınavını kazanmıştım. Bu süre içinde üniversitedeki derslerimi de vermiştim. Beni havalara uçuran mektup da birkaç ay sonra geldi, İngiltere’de çalışmaya kabul edilmiştim.
Bu benim için bir ilkti. Ve bir ilk olduğundan dolayı, içimdeki neşe, sevgi, coşku dolu bu sözcüğü yazıyorum: LONDRA. Bu şehir yıllar boyu bende saklıdır. Bunu bugün, burada özgürlüğüne kavuşturmak iyi olacak.
CSV yani toplum hizmet gönüllüsü olarak gittiğim İngiltere’de hayatım tamamen değişti. Aslında yaptığım iş bir tür hastabakıcılıktı. Ancak dili, dini, gelenekleri, yaşam şekli ile bizden çok farklı bir kültürü tanımak, bir süre de olsa onlarla aynı hayatı paylaşmak bir kaldıraç etkisi yaratmıştı yaşamımda.
Bir ülkenin ardında duran saklı yanları keşfetmekti benimkisi. Pek çok değer, pek çok fikir alıp biriktirdim. Bugünkü hayatımda izlerini görürüm o günlerin. “Londra’dan getirdiklerim” dir ve çok değerlidir.
Yabancı bir ülkede olmama rağmen bir alışma süreci yaşamadım diyebilirim. Ruhuma çok yakın olmasından kaynaklı olsa gerek insanını da çok sevdim. Biz Türklere göre ‘soğuk’ olarak nitelendirilseler de aslında dürüst, nazik, saygılı ve tutarlı insanlar. Bireysel yaşamayı, hayattan keyif almayı iyi biliyorlar. Olumsuz yaşanmışlıkları doğal karşılayabiliyor, hayata bizlerden daha pozitif bakabiliyorlar.
Gittiğiniz ülkenin insanını olduğu gibi kabul etmek gerekir. Zaten yapabileceğiniz bir şey yoktur değiştirmek adına. Mutsuz olmak istemiyorsanız olumlu yönlerinden bir şeyler öğrenmek, olumsuzları da bir kenara bırakmak en iyisi.
Başka kültürlerden alabileceğiniz pek çok şey var. Sadece dil öğrenmek değil. Mesela İngilizler Pazar günlerini parklarda yürüyüş yaparak ya da evlerinde dinlenerek geçirirler. Kitap okumak hayatlarının bir parçası haline gelmiştir. Kaç yaşında olurlarsa olsunlar hobileri vardır. Evlerinin bir köşesini buna ayırmışlardır.
Ahlaki değerleri farklıdır. Yolda yürürken yanınızdan çok yakın geçtiklerinde sizin kişisel mekânınıza izinsiz girdiklerini düşünerek özür dilerler. Çünkü bu bir tür saygısızlıktır onlar için.
Doğum günleri, yeni yıl gibi özel günlere çok önem verirler. Kapıya süt getiren adamdan tutun postacıya kadar ilişkide oldukları herkese küçük de olsa hediye alırlar.
Kısa sohbetleri tercih ederler. Bir bakmışınız komşunuz elinde kahve kupası ile çıkıp gelmiş. En fazla yirmi dakika oturup gider. Tabii bir Uzak Doğu ülkesinde durum daha farklı olacaktır.
Yapılacak en iyi şey eleştirmek değil, o anı yaşayıp kültürü kavramak, kendi kültürümüzle olan farklılıkları hissetmek, güzel olan alışkanlıkları kazanmaktır. İnsan gittiğinden farklı dönmüyorsa gitmenin de pek bir anlamı olmuyor zaten. Bu yüzden olsa gerek seyahat ettiğim yerden koyu bir tortu kalmasını beklerim her zaman.
İlk yurt dışı tecrübem işte böyle başladı. Londra’nın ardından Edinburg’da da benzer bir işte çalıştım. İngiltere’de olduğum süre içinde Paris’i, Brüksel’i, Amsterdam’ı gördüm. Çok küçük bir bütçe ile ve kendi paramla yaptığım bu seyahatler güçlü olduğumu hissettirdi bana. Hayallerimi bir gün gerçekleştireceğimi biliyordum ve gördüm ki esas olanlar inanç, kararlılık ve cesaretti.
Bugün otuz beş ülkeye yolculuk yapmış biri olarak bu işin atla deve olmadığını birinci ağızdan anlatmaktı amacım. Bir tutku olsun ya da arzu, fark etmez insanlar isterlerse bunu başarabilirler.
İnsan ne kadar gezse de hala gitmediği ve gitmek istediği yerler kalıyor. Evet, ne demişler! “Ömür biter yol bitmez.” Umarım önümde nice yollar vardır. Ve bir gün özlediğim o ülkeye gitmek ve yazmak kısmet olur.