Asıl örnekleri eğitimde
Büyüdük, büyüyoruz, geliştik, gelişiyoruz derken bile yanılıyoruz.
Büyümemiz de gelişmemiz de zaman alacak.
Köy kökenliyiz. Şehre gelirken traktörümüzü, römorkumuzu hatta tüm tarım araç gerecimizle birlikte alışkanlıklarımızı da taşıyoruz.
Şehir yaşamına özgü kurallar manzumesinden haberimiz yok. Olsa da umurumuzda değil. Kuralsız bir yaşamdan geliyoruz.
Evin her noktasını görücüye hazır halde tutmaya çalışıyor, bir çift çekirdek kabuğu için ortalığı ayağa kaldırıyoruz ama çöpümüzü balkondan fırlatmakta bir sakınca görmüyoruz.
İçimizden geldiği gibi davranmayı hak olarak görürken aldığımız tepkileri anlamakta zorlanıyoruz.
Eğlenirken çıkardığımız gürültü, tüm şehre yetecek ölçülerde.
Aracımız içinde dinlediğimiz müzikten, istiyoruz ki bütün mahalle yararlansın.
Bulunduğumuz her noktada tüketiyor, tükettiğimiz her şeyin çöpünü yere atıyoruz.
Üçümüz, beşimiz bir aradaysak, herkese açık bir mekânda olduğumuzu unutuyor veya önemsemiyoruz.
Yüksek sesli, sözde sohbetlerimizin konusu, incir çekirdeğini doldurmuyor.
Tepkimizi belirtmeye çalışırken kurduğumuz cümleler, küfürden öteye geçmiyor. En ağza alınmayacak olanları, en yüksek ses tonumuzla söylemekte bir sakınca görmüyoruz.
Birilerinin oğlu, ötekilerin kızı, onun işi, ötekinin parası ya da parasızlığı bizim sevdiğimiz sohbet konularımız.
Çoğu kez bildiğimizi değil, duyduğumuzu konuşuyoruz. Bazen de uyduruyoruz.
Dedikodu ise vazgeçilmezimiz.
Ciddi işlerin insanı olamıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu anlamaya çalışmıyor, gereğini yapamıyoruz.
Yaptıklarımızın sonuçlarını görmüyor, hatalarımızı kabullenmiyoruz. Eleştiriye karşı dayanıksız oluşumuz ise ortak özelliğimiz.
Üretirken de tüketirken de zihniyet olarak da pratik olarak da kasabalıyız.
Biraz yılgın, yorgun, ürkek ve biraz da tembeliz.
Günlük yaşam içinde hiçbir konuda müdahil olamıyoruz. Olanları ise “Sana ne” diye uyarıyoruz.
Tüm şikayetlerimizin içinde hep diğer bireyler var.
Sorunlarımızın nedeni olarak gördüklerimiz aynı zamanda kafa tutmayı, karşı çıkmayı göze alamadıklarımız.
Doğru teşhislerimizde bile doğru tepkiler veremiyoruz.
“Du bakalım ne olacak” şeklinde beliren kabul görmüş kişilik modelini, doğru olarak görüyoruz.
“Benden duyduğunu söyleme” uyarısı yapmadan bir bilgi veya görüşü paylaşamıyoruz.
” Ben başımı derde sokmam”, “ En iyisi tribün, otur seyret, kim ne yaparsa yapsın” “ Sen mi düzelteceksin” vb. şeklinde uzayıp giden cümleler, birey olamamanın, kendine güvenememenin sonuçları olsa gerek.
Hâlbuki şehirli olmak; birey olmak, kendi ayakları üzerinde durmak değil mi?
Şehirli olmak; kendine güvenmek, kurallara inanmak ve onlarla yaşamayı bilmek değil mi? Şehirli olmak birlikte yaşamayı ve kurallarını bilmek değil mi?
Kim bilir belki de bunlar kasabalı insanın özellikleri değildir.
Belki de bunlar sadece eğitimle ilgilidir.
Olabilir, asıl örnekleri orada çünkü.
ÇOK ÖZLÜYORUM AMA…
“ O şimdi asker” diyerek başlayalım ama Tayfun Sırman’ın askerliği biraz farklı. Her askere nasip olacak türden değil.
Sadece bir aylık acemilikten sonra, Türkiye´de 9 bin kişinin girdiği İngilizce ve Fransızca sınavıyla Ankara´ya Kara Kuvvetleri Komutanlığı´na seçilen 40 kişinin içinde yer aldı Tayfun Sırman.
4 ay süren sağlık, spor, genel kültür, yabancı dil sınavı, sözlü mülakat, süreçlerinden geçti ve sadece 10 asker Belçika´ya gitmeye hak kazandı. Tayfun Sırman bunların arasında yerini aldı.
10 askerin çoğu Mons Şehrindeki Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı’nda kaldı.
Tayfun Sırman ise Brüksel´deki NATO merkezine seçildi.
Tayfun Sırman ile zaman zaman görüşüyorum. İçinde bulunduğu şartlardan çok memnun ve “Yurtdışında askerlik yapıyor olmak çok gurur verici. Ülkemizi Avrupa´nın başkenti Brüksel’de temsil etmenin mutluluğunu ve onurunu yaşıyorum.” Diyor ve tüm sevenlerine selamlarını iletiyor.
Tayfun Sırman’ın selamlarını okurlarımla paylaşmak ve sivil hayattaki başarısını askerlik döneminde de sürdürüyor olmasından duyduğum memnuniyetin bilinmesini istiyorum.
İnanın çok özlüyorum ama “Gel teskere” diyesim bile gelmiyor.