Doğa ile dans: Malezya Seyir Defteri’nden:2
Malezya`da turizm sektörü Singapur ve Tayland´a göre oldukça geri kalmış. Hizmet adına pek bir şey yok sayılır. Oteller ve kimi restoranlar bakımsız ve pis. Ancak müzeler, parklar oldukça güzel dizayn edilmiş. Turist olarak görebileceğiniz pek çok yer var.
Şehrin geneline bakınca temiz mi, pis mi insan karar veremiyor. Bir alt geçitten geçiyorsunuz mesela, şaşırtıcı derecede temiz. Ne bir izmarit, ne de bir kâğıt görebiliyorsunuz. Oysa alt geçitler genelde şehirlerin kirli yüzüdür.
Ancak ara sokaklar çöpten geçilmiyor. Tuvaletler de aynı şekilde… Anlayacağınız biraz kalender olmakta fayda var. Her türlü sürprizlere de açık olun derim. O zaman ülkenin sihrine kapılıp keyfini çıkarabiliyorsunuz.
Hoş şeylerden bahsedeyim biraz da. Tropikal meyveler en hoşuma giden tarafı. Armuda benzeyen jak meyvesinin ilginç bir tadı var. Papaya, mango, hindistancevizi, ananas hemen her yerde küçük poşetler içinde dilimlenmiş olarak satılıyor. Meyve suyu olarak içmeyi tercih ettim daha çok. Dünyanın en güzel ve sağlıklı içecekleri bunlar olsa gerek. Soya sütünü de unutmayalım…
İlle de gezide alışveriş olsun diyenler geleneksel el sanatları ürünlerinden alabilirler. Müzelerin hediyelik eşya satan dükkânlarında kaliteli şeyler bulabilirsiniz.
Malezya tatil için farklı imkânlar sunuyor. Buraya gelmeden önce karar vermenizi öneririm. Yoksa seçim yapmanız güçleşiyor. Farklı bir tatil yapmak isteyenler için yağmur ormanlarında bir kulübede kalmak, yerli kabileleri ziyaret etmek seçenekler arasında.
Ben de tatilimin birkaç gününü böyle değerlendirdim. Hatta bu yazımın bir bölümünü Taman Negara Milli Parkı´ndaki bir internet kafede hazırladım.
Kuala Lumpur´dayken organize ettiğim bir tur aracılığıyla geldim buralara. İçinizde Allah´ın cangılında ne işin var? diyenleriniz olacaktır. Malezya da Kenya ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi milli parkları ile ünlü bir ülke. Özellikle Avrupa ve Avustralya´dan merak edip gelenler çoğunlukta. İyi bir tecrübe oluyor: pek çok insanla tanışıyorsunuz, hayatınızın birkaç gününü ancak filmlerde görebileceğiniz bir ortamda, belki de yaşamınız boyunca bir daha hiç yapmayacağınız şeyleri yaparak geçiriyorsunuz. Anlayacağınız dünyanıza yeni renkler katıyorsunuz.
Milli Parka girmek ve fotoğraf çekmek için önceden onay almanız gerekiyor. Bir ülkeye giriyormuş gibi. Bir nevi vize yani. Oldukça güvenli olan bu parklarda hostel ve motel tarzı yerler bulunuyor. Konaklama ve yemek oldukça ucuz. Yemyeşil yağmur ormanlarının içinde nehir kıyısındaki köylere ulaşmak motorlu kanolarla yapılıyor.
Kuala Lumpur´da başlayan üç saatlik otobüs yolculuğumun ardından üç saatlik oldukça eğlenceli ve bir o kadar heyecan verici kano yolculuğu ile karaya vardım. Vahşi doğanın içinde böylesi bir yolculuk, insana dünyanın içinde bambaşka dünyalar olduğunu hatırlatıyor.
Yağmur ormanı olurda yağmur olmaz mı? İlk gece şiddetli yağış vardı. Bizdekine hiç mi hiç benzemiyordu. Dışarısı filmlerde görebileceğiniz türdendi. Düşünsenize: her yer zifiri karanlık, çakan şimşekler ormanı ara ara aydınlatıyor, sesten ürken hayvanların feryatları ile birleşince film seti gibi bir ortamda buluyorsunuz kendinizi. O karanlıkta evvel Allah kedi geçse yanınızdan aslan sanırsınız.
Buralara beni getiren asıl sebep Aborjinlerin yaşadığı köyleri görebilmekti. Onları sonunda görebildim. Asıl toprakları Avustralya olan bu yerlileri ziyaret ediyoruz. Bambulardan yapılmış üç yanı açık, tek odalı kulübelerde yaşıyorlar. Devlet yiyecek ve giyecek konusunda yardım ediyormuş. Hiçbir ırka benzemiyorlar, tip olarak oldukça farklılar. Yüz yapıları, özellikle de burunları ile dikkat çekiyorlar.
Hala ilkel yöntemlerle ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar, kendi yaptıkları silahlarla avlanmaya devam ediyorlar. Küçük bir şov bile seyrettik. Kibrit kullanmadan ateş yakma gibi. “Git kardeşim marketten bir kibrit al yak, uğraşma o kadar,” diye içimden geçiyordu ki adam o saniyede ateşi yaktı. Biz de bir deneyelim dedik ama bir türlü beceremedik. Medeniyet bazı becerileri de alıp götürüyor olsa gerek.
Yirmi metre yükseklikte, ağaçlar arasına konulmuş halat köprüler üzerinde cambaz gibi yürüyerek ormanı dolaşıp finali tamamladık.
Buradan sonra Malezya´nın tarihi bir kenti olan Melaka´ya geçtim. Kendine özgü pek çok güzelliği içinde barındıran eski bir şehirdi gördüğüm. Hafta sonu tam bir panayıra dönmüştü. Hindistan, Tayland ve Singapur´dan pek çok ziyaretçi şehre akın etmişti. Burası insanların çoluk çocuk ailecek çok güzel vakit geçirebileceği bir yer. Gönlünüzü eğlendirebileceğiniz her şeye sahip. Ortasından akan nehirse güzelliğine güzellik katıyor. Özelikle geceleyin bir masal şehrini andırıyor…
Bir gezinin daha sonuna geldiğim bu günlerde bir kez daha anladım ki dünyada görülecek daha çok yer var. Tadılması gereken birçok güzel lezzet, yaşanılmaya değer pek çok güzel an… Yeni coğrafyalardan seslenmek ümidiyle…