BİR DÖNMEDOLABIN SÖYLEDİKLERİ
Kimi zaman aylar öncesinden planlar yaptım bir şehre gitmek için, kimi zaman da mekânlar çağırdı, sebepsiz gittim…
Kimi zaman gittiğim yerlere kendi hikâyemi götürdüm, kimi zaman da döndüm yeni bir hikâye yazdım…
Bir bilet, bir otobüs bileti yetti eksik parçayı bulmam, yapbozu tamamlamam için… Paha biçilmez bir hazineye kavuştum sonunda. Böylece çok ama çok zengin oldum…
……..
Yıllar sonra tekrar gelişim. Bir filmdi beni Ankara’ya getiren: “Aşk Tesadüfleri Sever.” Aslında vesile oldu, bir yerlerden bir ses çağırdı beni demek daha doğru.
Mekânların enerjisi vardır inanırım. İnsanların da bir yerler de gezen ruhları… Unutulmuyorlar, unutturmuyorlar. Yaşlı bir teyze söylemişti: “Geçmişte yaşadığın bir mekânı, oradaki insanları ziyaret etmek hacca gitmektir bir nevi.”
……..
Yıl 1979
Babamın eline yapışmış yürüyorum, diğer elimde de bir külah dondurma. Lunaparkın kapısından giriyoruz. Rengârenk bir dünya açılıyor önüme. Dönme dolap, atlıkarınca, çarpışan arabalar, sihirli aynalar…
Dönme dolaba biniyoruz, bir elim hala babamın avuçlarında. Ona sıkı sıkı yapışmışım.
Ben sekiz, ağabeyim on iki yaşında. Annem, babamla birlikteyim. Havalanıyor hafifçe, dönme dolap dönmeye başlıyor yavaş, yavaş… Bu, gökyüzüne yaptığım ilk yolculuk.
……..
Yıl 2011
Hangimizin çocukluğu gelmez ki aklına, bir dönme dolap gördüğünde?
Dönme dolabı seyrediyorum hayranlıkla. Bu dönen şey hayatı hatırlatıyor: Bebeklik, çocukluk, yetişkinlik, yaşlılıkla tekrar çocukluğa dönüş…
Babamın eline yapışır gibi tutuyor, çocukluğuma sıkı sıkı yapışıyorum, bıraksam kaçacak.
Bir bilet istiyorum. Zincir açılıyor, koltuğa oturuyorum. Yalnızım, hatta o saatte dönme dolaba binen hiç kimse yok. Yavaş yavaş hareket ediyor. Kulağımda çok sevdiğim eski bir şarkı: Erol Evgin söylüyor, “İşte öyle bir şey…”
Dönme dolap yükseliyor, yükseliyor ve tam tepede duruyor. Aşağıya bakıyorum. Kendimi görüyorum. El sallıyorum bir çocuk gibi. Bu duygu hiç bitmesin istiyorum. Rüzgâr saçlarımı okşuyor. Tıpkı annemin elleri gibi. Düşünüyorum da onca yıl ne çabuk geçmiş…
Sadece iki tur neler yaşattı bana. Adama işaret ediyorum fazladan iki tur daha… O da bitiyor. Ne yazık ki inme vakti. Burada kalıp burada yaşayabilirim oysa.
Adam soruyor, “Ne oldu hanımefendi?” “Birkaç dakika da olsa çocukluğumu yeniden yaşadım, ”diyorum. Gülümsüyor, “ Ne mutlu size, bir biletle bunu başarabildiniz, ” diyor.
……..
Bakıyorum. Bir tarafta Ankara, bir tarafta göl, bir tarafta yeşillik, güneşin batışı…
Ankara’nın simgesi Gençlik Parkı… Ailecek bu lunaparkta eğlendiğimiz o günler…
Yürüyorum bir süre. Etrafı seyrediyorum. “Dondurma yer misin, ya da pamuk şeker?” diye bir ses duyuyorum. “Yerim,” diyorum kendi kendime. Bir pamuk şeker istiyorum.
……..
Bir günün sonunda yine akşam. Dönüş vakti. Çığlıklar karışıyor şehrin gürültüsüne. “Gelmelisin,” diyor arkamdan lunapark. Tıpkı yıllar öncesindeki gibi. Bazen mekânlar çağırır, sebepsiz gidersiniz demiştim ya. Bu da öyleydi, yıllar sonra tekrar gelişim.
Uzak yerlere gittim onca yıl. Uzak ülkelere, uzak şehirlere, bu yaptığım en uzun yolculuktu. Yanımda annem yok, babam yok, ağabeyim yok… Oysa birlikte yaşanacak ne çok şey var, doğum günleri, bayramlar, piknikler…
Lunaparkta karamsarlığa, hüzne yer yoktur aslında. Ama bir dönme dolap neler söyledi bana?..
Yorgun ama mutluyum. Akşamı yüklenmiş, kızıla boyanmış gökyüzü. Çarpışan arabaların sesine karışan sevinç çığlıkları ve çocuk kahkahaları. Hayatın gerçekliğine, sertliğine aldırmaksızın koşan rengârenk atlıkarıncalar. Dönme dolap ne olur dönme bu kez. Dur! Öylece kal…