ATATÜRK’ÜN İZİNDE İSTANBUL
Pazar sabahı güneş bulutların arasından da olsa yüzünü gösteriyordu. Küçük bir grupla Atatürk’ün izinde İstanbul gezisi vardı bu kez planda.
Yürekten bağlılıkla İstanbul’daki hatıralarına dokunacaktım. Benimkisi geçmişle sarmaş dolaş bir merak yolculuğuydu.
* * *
Atatürk’e ilişkin ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında Dolmabahçe Sarayı gelir. Oysaki ihtişamlı sarayda bulunmaktan hiç hoşlanmazmış. Bir mekân olarak sevmediği gibi, “İnsan denen varlığın yaşayacağı yerler değil,” dermiş. Bu nedenle “Hususi Daire” denilen, sarayın çok küçük bir bölümünü kullanmış.
Bugün bütün eşyası ile bir müze görünümünde; atlas perdeler, bronz işleme ceviz karyola ve üzerinde Bayrağımız dalga dalga… Odadaki saat tıpkı saraydaki diğer saatler gibi onun anısına dokuzu beş geçeyi göstermekte…
Orada, çalışma masasının başındaydı sanki elinde kalem derin düşünceler arasında notlar alırken geldi gözümün önüne, “Nutuk”u yazarken…
Cumhuriyetin 15. yıldönümünde Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri Ata’yı görmek için Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımına gelirler. Ulu Önder, hasta yatağından kalkıp pencerenin önüne gelir. Gençleri bir sevinç dalgası alır, coşkuyla hep bir ağızdan “Dağ başını duman almış…” diyerek Gençlik Marşı’nı söylemeye başlarlar. Onları selamlayan Atatürk, kısık bir sesle sanki son mesajını verir, “Bu bayramlar ve yarınlar sizindir. Güle güle çocuklar!”
* * *
Ayak bastığı mekânlardan birindeyim. 101 numaralı süit odada…
Yıl 1917. Bir otelin konuk defterine geçiyor adı. Gelmiş geçmiş en değerli misafiri.
Yıllar içerisinde defalarca kalacak Pera Palas Oteli’nde. O zamanlar da günümüzde olduğu gibi İstanbul’un en ihtişamlı yapılarından biri.
Cephe dönüşlerinde adeta evi gibi kullandığı bu odada, aynı zamanda üst düzey misafirlerini de ağırlarmış. Yatağı, gardırobu, çalışma masası ve özel eşyaları ile çok özel duygular yaşatıyor insana… Bir de seccade…
Üzerinde saat motifi olan ipek bir seccade var oturma bölümde. Atatürk’e bir Hint mihracesi tarafından hediye edilmiş.
Üzerine işlenmiş saat dokuzu yedi geçeyi göstermektedir. Atatürk’ün ölüm saati ise dokuzu beş geçe. Beyin, kalpten sonra iki dakika daha yaşarmış. Onu simgelediği düşünülmekte…
Ayrıca üzerinde on adet Kasımpatı çiçeği motifi var. Atatürk’ün ölüm tarihi olan 10 Kasım’ı çağrıştırmaktadır. Bu seccadeyi daha da gizemli hale getirmiş. Ölümünden dokuz yıl önce hediye edilmesi ise oldukça ilginç…
* * *
Beyoğlu’nda o zamanki adıyla Bursa Sokağı, şimdiki adıyla Sadri Alışık sokağında, Aslan Apartmanı’nın önündeyim. Bir zamanlar Madam Corinne otururmuş üçüncü katında.
“Beni unutmayınız Corinne, hatta bu harpte ölsem bile,” demiş bir mektubunda Atatürk.
Çok iyi piano çalan, Türkçe, İtalyanca, Fransızca bilen aile dostu İtalyan kökenli bu kadınla 1913 yılından 1917’ye kadar mektuplaşır. Yazdığı mektuplarda bir kadına duyulan ilginin izlerine rastlanmaktadır. Ve yıllar sonra oğlu tarafından yazar Peyami Safa’ya verilecektir…
* * *
Yıl 1935. Atatürk denize giriyor. Yüzünde tatlı bir tebessüm. İçimi bir sıcaklık kaplıyor hüzünle karışık, bu sahilde onu düşünürken…
Gördüğüm bir plaj fotoğrafı. Ve şimdi aynı yerdeyim. Çalışırken dinlendiği, kimi zaman denize girdiği Florya Deniz Köşkü’nün önünde.
1935 yılında yapılan köşk mimari yapısı ile oldukça farklı. Yazlık bir konut olarak düşünülmüş. Kıyıdan yetmiş metre uzaklıkta kazıklar üzerine yapılmış ve karaya bir köprü ile bağlanmış.
Mayıs 1938’e kadar Atatürk tarafından kullanıyor, ölümünden sonra Cumhurbaşkanlığı yazlık konutu olarak kullanılmaya devam ediyor. Ta ki 1988 yılında Kenan Evren’in emriyle TBMM Milli Saraylar Başkanlığı’na bağlanana kadar. 1993’den itibaren de müze olarak ziyaretçilere kapısını açmış…
Arkamda köşk ve masmavi deniz… Kameraya gülümsüyorum benzersiz bir günü yaşamanın mutluluğuyla. Bu albümümdeki en anlamlı fotoğraf olacak…