BÜYÜDÜĞÜMÜZ YILLAR
Eski Türk filmlerine denk geliyorum birkaç gecedir. Seksenli yılların sonunda, doksanların başında çekilmişler. Bayağı sardı diyebilirim. Filmin konusu değil, gördüklerim çekiyor ekran başına…
Ne kadar farklıymışız o yıllarda, ne kadar faklıymış her şey, sırf gülmek için bile seyredilebilir. Çok komik; saçlarımız, giysilerimiz, mobilyalar, İstanbul’un hali…
Bir sahnede Hülya Avşar kurulmuş bir çekyata oturuyor. Hülya Avşar ve çekyat, ne büyük tezatlık değil mi? Ama ne yapsa kaçınılmazdı. Çünkü hemen her evde bir tane vardı.
Hem büfe, hem yatak bir arada misali. Bunu icat eden adam, eminim uzanan kişi kitap okusun ve sonrada rafa koysun diye yapmıştı arkasındaki o dolabı. Oysa kitap hariç her şey konurdu üzerine; şekerlik, mumluk, biblolar, yatak her çekildiğinde düşen bir çerçeve, hatta bir bardak su…
Bir filmde merdaneli çamaşır makinesi ile çamaşır yıkıyor Perran Kutman. Köpükler arasında kaybolmuş kadın. Sanırsınız çamaşır değil makineyi yıkıyor.
Pazar günleri geliyor aklıma. Hepimizin aynı yaşadığı o sıkıcı Pazar günleri. Nasıl olmasın ki? Bir günü güzel yapan şeyin ertesi günün tatil olduğu günlerdi ve bu yüzden Pazarın hiç şansı olmadı.
Çamaşırları kar gibi yapan annelerimiz hızlarını alamaz çocukları da kar gibi yapmaya uğraşırdı. Güzel olan tarafı çizgi filmle başlardık güne. Sonraki yıllara ilişkin hatırladığım ‘Bizimkiler’ dizisi ve kasvetin doruk yaptığı saatlerde ‘Şahane Pazar’ eğlencesiydi. ‘Parlement Sinema Kuşağı’ ile henüz tanışmamıştık.
Permalı saçlı, yarasa kollu, kelebek tokalı kadınlar sarmıştı her yanı. İnsanlar şaşkın, vatkalardan kurtulup kurtulamayacaklarını, kazaklarını pantolonun içine sokup sokmayacaklarını tam kestiremiyorlardı. Allı pullu kadife eşofmanlarla yürüyüşe çıkan kadınlarımız, hışırtılı eşofmanları henüz bilmiyorlardı.
Tuhafiyeci dükkânlarının hediyelik eşya dükkânına dönüşmeye başladığı o yıllarda Levis, Lee Cooper, Wrangler ile tanışmıştık artık. Galeria haricinde AVM yoktu henüz ve biz AVM’siz yaşayabiliyorduk. Lee, Levis kot alabilmek için ise Çarşı Mağazası’na gidiyorduk…
Yakınlarımız, arkadaşımız, dostumuz sadece ev telefonumuzdan ulaşabiliyordu bize. Cep telefonu yok, internet yok, google’da arama yok… Dolayısıyla zaman çok. Saint-Exupery, Leo Buscaglia, Erich Von Daniken ile tanıştık o yıllarda. Mizah dergisi Gırgır’ın sıkı bir okuruyduk aynı zamanda.
Çoğumuz tatil günleri gazeteyi elimize alır, televizyondaki yayın akışına bakar, bütün filmleri bir kalemle işaretleyip sırasıyla izlerdik. Körfez Savaşını, televizyonun camından bir atari oyunu gibi seyrettik. Dallas’ın bıraktığı yerden ‘Santa Barbara’, ‘Hayat Ağacı’ ve ‘Yalan Rüzgârı’ ile devam ettik. Süper Baba, Bill Cosby gibi rol modellerimiz oldu…
Ahhh Doksanlar… Türkçe popun ilk gerçek patlamasını yaptığı, kliplerin hayatımıza heyecan kattığı, internetin bir daha çıkmamak üzere yanı başımıza yerleştiği yıllardı.
Seksenlerde evimize giren Betamax ve VHS videolar, doksanlar itibariyle klipleri kaydettiğimiz bir kayıt cihazına dönüşmüştü. Disket normal, CD lüks kavramlardı. Daktilosu olanlar, bilgisayarı olanlara göre daha fazlaydı.
Sonraları bir uzay gemisinin penceresinde gördüğümüz baygın, cama yapışmış, sevimli uzaylı Alf’le tanıştık, hayallerimizin bile ötesine geçmeyi başardık…
Önce isimlerinden harf eksilten pastahaneler, bütün bütün serpilip büyüyerek kafelere dönüşürken muz hala pahalı, alacak gücü olmayan birinin yanında yemek ise ayıptı.
Masalları 166 Masal Servisi’nden dinleyen çocuklarımızdan bir sanal bebeğe analık etmesini istedik. Alalım birer tane de sorumluluk öğrensin, dedik. Hiç kimse sorumluluk falan öğrenemedi. Bakmaya çalıştıkları bebekler ölünce, birkaç gün üzülüp bir kenara attılar. Telefon faturalarını da köşe bucak sakladılar…
Düşünüyorum da seksenler, doksanlar aslında kendimizi keşfedecek kadar zamanımızın olduğu ve hayatımıza yepyeni renklerin katıldığı yıllarmış. İki binlerin ve özellikle iki bin onların çocukları biraz büyüyünce ortak neleri olacak? O döneme ait ortak nelerden bahsedecekler?
O kadar çok seçenek ve sunulan o kadar çok şey var ki aynı dönemde doğmuş insanların aynı şeyi takip ediyor olması gerçekten zor olacak…