Dolar 34,6318
Euro 36,6215
Altın 2.945,72
BİST 9.638,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 15°C
Açık
Bursa
15°C
Açık
Cum 16°C
Cts 14°C
Paz 12°C
Pts 10°C

KENYA’DAN ANI PARÇALARI-2/ SİYAH GÜNLER

KENYA’DAN ANI PARÇALARI-2/ SİYAH GÜNLER
13 Mayıs 2012 13:00
A+
A-

İçeri girdiğimde çevreme bir göz attım. Orta yaşlarda bir zenci oturmuş yemek yiyordu. Kıyafetine ve göbeğine bakılırsa bizlerden pek bir farkı yoktu.

Bu arada, yerel halkın yöresel kıyafetler giydiğini ve bir deri bir kemik dolaştıklarını söylemeliyim.
Beni getiren kişi anlamadığım bir dilde konuşmaya başladı. Sonrasında şişko zenci duvarda asılı telefonu işaret etti. Bir an sevindim. Ancak hevesim kursağımda kaldı. Telefonla görüşmenin üç dakikası yüz dolardı.
“Olamaz. Korkunç,” dedim. Bulunduğum bölgeye sekiz yıl olmuş telefon gelmiş miş, yapacak bir şey yokmuş muş… Amcam, habere anlatıyor. Bir telefon için konuya komşuya gittiğimiz günler geldi aklıma. Ancak böyle bir Çingeneliklerini hatırlamıyorum…
Biz Türklerin, pazarlık yapmak yaşam kültürümüz olsa gerek. Israrcı davranışımı sürdürdüm. Altı üstü bir telefon görüşmesi. Onca dolara yazık olacaktı. Bir yandan da ailemi düşünüyordum. Telefon edemezsem olabilecekleri…
En son iki gün olmuştu görüşeli. Bir dört gün daha aramazsam dünyanın altını üstüne getirirlerdi. Gerçi bulamazlardı ya. Ancak gözümün önüne gelen o panik halleri mideme kramp girmesine yetti. Mücadeleye devam ettim. Ne kadar sürdürdüm hatırlamıyorum, üç dakikası elli dolarda pes etmişim.
Anne, “Bunlar halis yamyam,” dedim. Tam o sırada adam, “Seni anlıyorum, yamyam ha!” demez mi. Sinirlendiği belliydi. Bir de başını salladı ben sana gösteririm der gibi…
Ne yalan söyleyeyim korkmuştum. En sevimli halimle gülümsedim. Telefonun yanındaki tahta zürafayı havaya kaldırıp, fiyatını sordum. Ne alaka diyeceksiniz. Amacım bir şey alıp işi tatlıya bağlamaktı. On dolara anlaştık, “Yine bekleriz,” temennisiyle kaçar adım çıktım elimde bir zürafayla… Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü” diye boşuna dememişler… ……
Yerel içkimiz biraz ananas, biraz hindistancevizi karışımından oluşuyordu. Kuntakintelerden biri bir bardak soğuk şerbeti uzattı. Dalıp gitmişim düşüncelere, ne zaman sonra fark ettim o sımsıcak gülümsemeyi…
Ama duruşum değişmedi. Kampın en mutsuz sakiniydim. Ancak sakin değildim. Buradan bir an önce kurtulmak istiyordum. Gerçek kamp, benim barınabileceğimden ve dayanabileceğimden çok daha ürkütücüydü. Yüzler ise sanki hep aynı, ve simsiyah.
……
Çadırın fermuarını çektim. Oldum olası yatmadan önce etrafı kontrol ederim. Her yanı kontrol ettim. Bir küçük kertenkeleden başka bir şey yoktu. Onu da can yoldaşı dedim bağrıma bastım.
Yatağımın üstüne oturup düşünürken uyku tulumu vermediklerini fark ettim. Kırk dolar ödemiştim yola çıkarken, ancak görünürlerde yoktu. Dışarı çıkıp, Kuntakintelerden birine sorduğumda uyku tulumunun olmadığını onun yerine battaniye verebileceklerini söyledi. Dakika iki gol iki…
Ben suratımı asmış içimden bildiğim tüm küfürleri sayarken adam iki battaniyeyi elime tutuşturdu. Yüzüm asık çadıra döndüm. Ancak içeri girer girmez o acayip, tarifsiz koku burnuma doldu. Açık havada fark etmemişim. Battaniyeler kokuyordu. Hem de öyle böyle değil, tarifsiz türden. Yeryüzünde daha önce hiç duymadığım bir koku. İnsan kokusu mu, hayvan kokusu mu, leş kokusu mu? Hiç biri değil…
Battaniyeyi örteyim falan diyorum imkânsız. Sinirli bir halde çıktım dışarı, kimseler yoktu ortalarda. Görevlilerin bulunduğu çadıra doğru ilerledim. O an ülkemizin önde gelen gazetelerinin birinde bu milli parkın çok güvenli olduğunu, tecrübeli yerlilerce korunduğunu yazdığını hatırladım. Oysa etrafta tek bir kişi bile yoktu…
Kalktım gittim görevlilerin bulunduğu çadıra. Hepsi oturmuş geyik muhabbetindeydiler. Dedim bunlar kokuyor. Biri baktı, anlamadı. “Kokla,” diyerek uzattım battaniyeyi. Yok, derdimi anlamadı, çünkü adam daha beter kokuyordu. Hiçbirine anlatamadım derdimi. Afrika’nın bir yerinde, elimde kokulu battaniyelerim, karşımda simsiyah yüzler, dehşet içinde ve çaresizdim.
Bir sürü battaniyeyi koklamakla geçti gecem. En sonunda az kokanlardan ikisini alıp çadırıma çekildim. Battaniyenin vücuduma değen ve yüzüme gelen kısmına kendi elbiselerimi serdim, kendi kokum burnumda uykuya dalmışım…
……
Ne kadar süre geçmiş hatırlamıyorum. Yavaşça kalktım yataktan. Saatime bir göz attım. Sabah üçtü. Midem iyi değildi. Sinirlerim bozulduğunda hep böyle olur. Dışarıdan hiç duymadığım hayvan sesleri yankılanıyordu. Bu beni daha da kötü yapmıştı.
Lavaboların olduğu yer uzaktı. Yandaki çadırlardan fısıltılar geliyordu. Anlaşılan ayakta olan çok kişi vardı, ancak kimse cesaret edemiyordu dışarı çıkmaya. Bende de tam tersine cesaret vardı. Ancak el fenerim yoktu ki dışarı çıkayım. Her yan zifiri karanlık. Çaresiz, bir süre oturdum bekledim.
Sıkılmıştım. Çadırın penceresini araladım çevreye bakındım. İn cin top oynuyordu. Yarım saat geçmişti ki bir ışık görmemle birlikte, konuşma sesleri geldi kulağıma. Bir çift, ellerinde fenerleri tuvaletin yolunu tutmuştu bile. Çadırın kapısını açıp dışarı çıktım. Beni görünce ışık tuttular. Hayatımın hiç bu kadar aydınlandığını hatırlamıyorum.
…….
Gelirken karanlıkta görmemişim. İyi ki de görmemiştim. Görseydim bu tenhalıktan korkardım o zaman diye geçirdim içimden. Tahta sıralardan birine oturdum. Biryandan, dudaklarımda ‘Memleketim’ şarkısı, güneşin yavaş yavaş yükselmesini izledim.
Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu. Bir daha kolay kolay göremeyeceğim bu dünyayı, çadır mahallesinden oluşan bu kampı izliyordum sabahın ilk ışıkları arasında. Bu insansız, uçsuz bucaksız yeşil çok güzeldi. O vahşi yeşilliği sevdim. Belgeseller aklıma geldi. “Evet” dedim. “ Cennet… Garip bir cennet…”
Beynimde, nasıl taşıyabilmişim böyle bin bir renkli, daha dün gibiymiş gibi canlı, kocaman bu kampı… Ülkeme dönerken belleğimde bambaşka bir Kenya taşıyordum artık.
Oradayken belki biraz tedirgindim ama uygarlığa döndükten sonra orayı özledim.
Fotoğrafı albümün içinde bırakmaktansa yazayım istedim. Kalemimin ucunda, Kenya’da sizlerle olmak güzeldi…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj gönder
1
Merhaba
Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?