KRALLARIN ŞEHRİ PRAG
Budapeşte, Bratislava derken Prag’a vardım. Bratislava’yı, bu küçük başkente ilişkin izlenimlerimi anlatmayı şimdilik erteliyorum. Ancak gördüğüm en şirin yer olduğunu söylemeliyim.
Hiç bırakıp gitmek gelmedi içimden. Ama başka ülkeler, başka şehirler beni bekliyordu. Ve sırada Prag vardı.
Bratislava’dan dört buçuk saat süren tren yolculuğunun ardından şehre ulaştım. Tren istasyonu gördüğüm birçok havaalanına bile taş çıkartacak donanımdaydı. Sirkeci tren istasyonunu düşünüyorum da Allah düşürmesin turist olarak. Sözüm ona bir de Avrupa ile bağlantılı olacak. İstanbul gibi büyük ve kozmopolit bir şehre ayak basarken öylesine soğuk bir etki bırakan, oldukça sınırlı hizmetin sunulduğu bir yer ile karşılaşıyorsunuz. Gerçi bizim vatandaşımızın ‘turizm information’ hizmeti vermekte üstüne yoktur. Turistin çözülmedik pek bir sorunu da kalmıyordur bundan eminim.
Ancak bir ülkeye, bir şehre gelen yabancı bir insana sunulan imkânlar intiba açısından da çok önemli. Bu tip varış noktaları, insanın konaklama, ulaşım, çevre gezileri gibi hususlarda her türlü bilgiye ulaşabileceği, yemekten alışverişe temel ihtiyacını karşılayabileceği hale getirilmeli.
Her yıl binlerce turist geliyor ülkemize. Bundan yirmi sene önce ilk yurt dışına çıktığımda, Türkiye deyince ülkemizin varlığından bile haberdar olmayan insanlara rastlıyordum. Bu çok üzücü bir şeydi benim için. Şimdiler de ise tanınıyor, biliniyoruz. Buna Galatasaray’ın, Tarkan ve Hakan Şükür’ün de katkıları yok değil. Tabii vatandaşımız da artık yurt dışına çıkıyor, seyahat ediyor. Türk turist önemli hale geldi. Prag’da saat kulesine çıkarken, çok kullanılan dillerin yanı sıra Türkçe için de bilgi notu hazırlamışlar, çok hoşuma gitti. Belli mi olur gün gelir Türkçe en çok konuşulan diller arasında yerini alır.
Gelelim Prag’ın büyüleyici güzelliğine; Avrupa’nın en eski ve en güzel şehirlerinden biri olarak kabul edilen Prag, sarayları, kiliseleri ve köprüleri ile bir Ortaçağ kenti görünümü sergiliyor. Daracık sokaklarında dolaştığınızda farklı mimari tarzda yapılmış binaları adeta başınızı döndürüyor. Bambaşka bir yüzyılda geziniyormuşsunuz hissi yaratıyor.
Prag, oldukça turistik bir şehir. Ulaşım, konaklama, yemek-içmek için pek çok alternatif sunulmakta. Bu nedenle bütçenize göre gezme şansına sahipsiniz.
Prag’ın en turistik mekânları şehrin ortasını kaplamış. Eski şehir (Stare Mesto), Yeni Şehir (Nove Mesto), Küçük mahalle (Mala Strana) ve Prag Kalesi (Prazsky Hrad) şehrin kalbinin attığı yerler.
Bizim hala Çekoslovakya dediğimiz bir ülke yok artık. 1992’de Slovakya ile anlaşarak ayrıldıklarından itibaren. Slovakya Bratislava’yı başkent kabul ederken, 1993 yılında Çek Cumhuriyeti’nin kurulması ile de Prag başkent ilan edilmiş.
Bu eşsiz güzellikteki şehirde, elimde fotoğraf makinem, tarihi dar sokaklara dalmak, yüzlerce yıllık tarihi koklamak, binalardan avlulara dalıp kaybolmak tam kayboldum derken bildiğim bir meydana çıkmak inanılmaz heyecan verici. Kenti yürüyerek keşfetmek güzel ama yine de yürümeyeyim diyenlere metroyu kullanmalarını tavsiye ederim. Gezilecek tüm noktalara metro ile ulaşılabiliyorsunuz. Turistler için büyük avantaj, aksi takdirde sürekli adres sormak zorunda kalacaksınız.
Mimarlık ve resim sanatlarının muhteşem yapıtları yine karşımda. Budapeşte ve Bratislava’da muhteşem eserler görmeme karşın buradakileri ayrı tutmak gerektiğini düşünüyorum. Bu arada Salvador Dali ve Mucha’nın eserlerini görme şansım oldu. Zaten adım başı tarihi eser, müze, galeri. Hepsini görmeniz için haftalarca kalmanız gerekir. Ne paranız yeter, ne zamanınız buna el verir. Bu nedenle seçip gezmek en doğrusu.
Saraylar, kiliseler, idari ve savunma makamlarından oluşan Prag Kalesi görülmeye değer. Bir zamanlar prenslerin, kralların yaşadığı kale, yüz yıllık Çek Devleti’nin sembolü haline gelmiş. İçinde yer alan Aziz Vitus katedrali ise kaleyi daha da görkemli kılıyor. Geceleyin Karel Köprüsü’nde yürürken kilisenin ürkütücü, bir o kadar da çekici görüntüsünden etkilenmemek mümkün değil. Gökyüzü hafif aydınlıksa, hele de ay tam üzerine denk gelmişse… Burada yazar da olunur, ressam da, heykeltıraş da…
Şu an oturmuş bunları kaleme alırken seyahatim boyunca çok az kitap okuduğumu fark ettim. Dünya okunacak en güzel kitap gerçekten. Ama döndüğümde, mutlaka fırsat yaratıp, E.H.Gombrich’in ‘Sanatın Öyküsü’ adlı kitabını okuyacağım.
Prag’da dünyanın ikinci büyük oyuncak müzesi (rehber kitaba göre) yer alıyor. Avrupa’da üretilmiş oyuncaklara baktığımda bir hareket olduğu dikkatimi çekiyor. Bin sekizyüzlü yıllarda bile oyuncak olarak, çalışan insan figürleri yapmışlar. Ekmek pişiren kadın, odun kesen adam, ayakkabı tamircisi ya da modaya, dekorasyona ilişkin oyuncaklar… Yani hep bir hareket var duruşlarında. Hatırlıyorum da çocukken bebek, tabanca, askerden başka pek bir oyuncak yoktu oynadığımız. Erkek çocuklarını askere, kız çocuklarını kocaya hazırlama görevini üstlenmiş gibiydiler. Oyuncak müzesine gelince, güzel olmasına güzel de Göztepe’deki Sunay Akın’ın kurmuş olduğu müze çok daha alımlı ve özgün bana göre.
Prag’ın en otantik sokaklarından biri de Altın Yol. 16. yüz yılda tüccarların, simyacıların, altın işlemecilerinin oturdukları evlerin bulunduğu sokak sadece ücret ödenerek gezilebiliyor. Şimdilerde kiminde o günlere ait eşyalar sergilenmekte, kiminde de hediyelik eşyalar satılmakta. Bunlardan biri olan 22 numaralı mavi kulübeyi bir zamanlar Franz Kafka yazı evi olarak kullanmış. Kafka, Mozart’ın Viyana’da olduğu kadar olmasa da yine de oldukça popüler. Edebiyata ilgi duyuyorsanız adımlarınız sizi ona götürecektir. Eski şehir denen yerde Kafka’nın doğduğu ev müzeye dönüştürülmüş, tabi gelmişken görmemek olmazdı. (Devam edecek)