BİR BURUK AŞK HİKÂYESİ
Terasa çıkmışım, teleskopla gökyüzünü izlemek için. Aydınlık bir gece… Teleskopu ayarlıyorum ve başlıyorum gökyüzünü seyretmeye.
Birden bir adam ilişiyor gözüme. Evinde olsa gerek, gezinip duruyor odanın içinde. “Belki de bir otel odası,” diye düşünüyorum. Sonra koltuğa geçip oturuyor.
Bir başkasını izlemek, ne tuhaf bir şeydir bilirsin. İnsan kendini alıkoyamaz bakmaktan.
Adam ne yapıyor, ne yapacak anlamaya çalışırken bir anda büyük bir heyecan kaplıyor içimi.
O an izlediğim evin benim, adamın üzerinde oturduğu koltuğun da benim koltuğum olduğunu fark ediyorum. Biraz daha dikkatli bakınca adamı tanıyorum. Meğer o adam benmişim.
Bu durum merakımı kat be kat artırıyor. Önce ne yapıyorum tam olarak anlayamıyorum. Sehpanın üzerindeki aynayı alıyor, bir süre bakıyorum. Sanki kendimi inceliyorum. Hava sıcak olmalı, alnımda birikmiş terleri siliyorum.
Görüntü gittikçe netleşiyor. Çökmüş, bitmiş halim aynadan bana bakıyor. Sonra elimdeki fincandan bir şey içiyorum. “Bu bensem içtiğim sert bir kahve olmalı,” diye düşünüyorum.
Pür dikkat kendimi izlemeye devam ediyorum. Bu arada biri de beni izliyor hissine kapılıyorum. Rüya mıydı, gerçek miydi gördüklerim diye bocalıyorum.
Önümdeki sehpanın üzerindeki dergiyi alıp sayfalarını karıştırıyorum. Bir yazı dikkatimi çekmiş olsa gerek okumaya başlıyorum.
Birden telefonum çalıyor. Yerimden fırlıyorum. Açıp konuşuyorum. Ne konuşuyorum anlayamıyorum. Ancak büyük bir darbe yemiş gibi yığılıyorum koltuğa.
Sonra birkaç kez bağırıyorum, yok! hayır! böğürüyorum. Sonra nasıl olduysa birileri geliyor, beni sakinleştirmek üzere. Çıldırmış olmalıyım…
Gördüklerim içimi acıtıyor. Dayanamıyorum teleskopu çeviriyorum sağa sola, aşağı yukarı… Merceğin içinde ardı ardına aynı görüntü geliyor. Nereye çevirirsem çevireyim aynı görüntü; yıkılmış, kahrolmuş bir adam… Karanlığın içinde yapayalnız ben…
Her şey biraz daha netleşiyor… Sehpanın üzerine koyduğum derginin bir edebiyat dergisi olduğunu fark ediyorum. Hatta ne okuduğumu bile görebiliyorum. Bir aşk hikâyesiymiş. Ne ilginçtir ki, bir aşk hikâyesi okurken, yaşanmış bir aşkın hikâyesi de acı bir haberle sonlanıyor…
İtiyorum herkesi. Büyük bir hışımla odadan çıkıyorum. Sana koşuyorum. Zaman ve karanlık beni içine çekiyor. “Bekle, geliyorum!” derken uyanıyorum.
Hepsi hepsi düşmüş. Oysa her şey gerçekti.
Kalktım, bir şeyler yazma arzusuyla oturdum masanın başına, bu geceyi ve rüyamı yazmak ve her zaman olduğu gibi yine sana yazmak üzere…
Belli ki etkilenmişim bir şeylerden. “Dün ne yaptım ben?” diye düşünmeye başladım.
Akşam her zamanki gibi yalnızdım. İçimde tuhaf bir burukluk vardı. Terasa çıktım. Ara ara çıkarım bilirsin seni görmek için, yıldızlardan göz kırpman ümidiyle. Ve bizi düşünmeye başladım…
Seni gördüğüm ilk anı, ilk karşılaşmamızı, sımsıcak bakışlarını hatırladım. Deniz kıyısındaki yürüyüşler, küçük geziler, planlarımız, yaşadıklarımız, ertelediklerimiz… Ve hayatımdan birden bire gidişin…
Hatırlar mısın? Kazadan bir gece önce sarılmıştık birbirimize, sevgi sözcükleri göndermiştik gökyüzüne. Çağırmıştık bulutları; anlatmıştık aşkımızı; ağlamışlardı bizle birlikte. Ellerini tutmuş öpmüştüm. Meğer her şey son kez yaşanmış o gece.
Sana bir hediye vermiştim. Bir mücevher kutusuydu. Bayılmıştın. Hele küçük çekmecesinde duran yüzüğü görünce yerinde duramaz oldun. Çok heyecanlanmıştın. Sarıldın, “Ben sana bir şey almadım ama,” dedin.
Aslında en güzel hediyeyi vermiştin farkında olmadan. Hep tarağını yanına almayı unuturdun. Ben de sana bir tarak almıştım. Bende kalmasını istemiştim, “Yoksa bunu da unutursun,” demiştim. Hâlbuki onu kullanırsan saçların üzerinde kalacaktı, benimle kalacaktı. Biliyor musun, hala bende saklı…
Senden önce yalnızlığı severdim, şimdi yalnızlığıma alışmaya çalışıyorum. Hala çalışıyorum anlayacağın…
Gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bile bile bekledim seni bir gün gelirsin diye… Gökyüzünden, gecenin karanlığından, kıyıya vuran dalgaların arasından çıkıp gelirsin diye…
Gündüzler de, gecelerde uzuyor git gide… Sekiz yıl geçti o korkunç kazadan beri, kim bilir bu kaçıncı ayrılık…
Hep geceleri oluyor, oda basıyor beni… Sonra tüm geceler gibi gece ilerliyor; bir kâbusa dönüşüyor…
Yine böyle bir gecede telefonun sesi ile uyandım, yoksa arayan sen miydin? diye düşünmeden edemedim. Uyandığımda kahve de bitmişti, müzik de…
Masama geçtim, yaşadıklarımı yeniden düşündüm, yazdım, yazdım… Sana yazdıklarımın en üstüne koymak üzere…