Bir mektubum var
Eski bir kitabın arasından anneannemin anneme yazdığı bir mektup elime geçti. 2 Şubat 1958 tarihli.
Annem bir dönem İstanbul’da yalnız yaşamış. Subay olan dedemin şark hizmeti nedeniyle ailesi Kars’a gitmek zorunda kalmış. Üniversitede okuduğundan yanlarına gidememiş.
Eski bir kitabın arasından anneannemin anneme yazdığı bir mektup elime geçti. 2 Şubat 1958 tarihli.
Annem bir dönem İstanbul’da yalnız yaşamış. Subay olan dedemin şark hizmeti nedeniyle ailesi Kars’a gitmek zorunda kalmış. Üniversitede okuduğundan yanlarına gidememiş.
Mektup o döneme ait olsa gerek. Yazılanlara bakılırsa oldukça sıkıntılı geçmiş o yıllar…
Türkiye’de yağ bulmak bir meseleymiş, ısınmak da. Tabii bir de parasızlık… Satırların sonlarına doğru bir harcama planı yapmış anneannem. Ne de olsa memur adamın aldığı belli.
Teknolojinin hayatımıza bu kadar yoğun girmesiyle kaybettiğimiz güzelliklerden biridir mektup.
Yıllarca mektuplar yazdık, edebi bir faaliyetle uğraştığımızı bilmeden.
Yıllar var ki mektup yazmıyorum. Aslında günümüzde mektup ortadan kalktı nerdeyse. Oysa bir zamanlar uzun mektuplar yazar, cevaplanmasını beklerdik.
En son ne zaman mektup aldınız? Elinize bir mektup aldığınızda yüzünüzde oluşan gülümsemeyi hatırlayabilecek misiniz?
Tıpkı şimdi hissettiğim gibi. Geçmişten gelen bu mektubun bende bıraktığı mutluluk ve hüzün…
Şimdiki nesil pek çok şey gibi bu güzellikten de mahrum kaldı. Oysa bir mektup almanın keyfi başkaydı…
Mektuba dokunmak karşınızdaki insana dokunmak kadar gerçek ve samimidir. Onun hayatından, kokusundan bir parça gibidir.
Kimi zaman mektup bir duyguyu anlatmak için yazılır. Bazen bir dosta, arkadaşa, bazen anneye, babaya, evlada, bazen de sevgiliye… Sanırım çoğunlukla sevgiliye.
Kimi zaman hasretle, kimi zaman öfkeyle kaleme alınır…
Yazmaya başladığınızda yazdığınız kişi hemen yanınıza geliverir, sanki onunla konuşuyor gibisinizdir.
Bazen bir fotoğraf, bazen bir kurutulmuş çiçek konur zarfa. Ağzı özenle kapatılır, adres yazılır, pullanır, postanenin yolu tutulur.
Sıra beklemeye gelir. Hesaplarsınız, ne zaman varacak, ne zaman yazacak, elinize ne zaman ulaşacak diye.
Her gün posta kutusuna bakarsınız. Hatta gün içinde pek çok kez baktığınız olur. Dayanamazsınız, postacıya sorarsınız. Nafile… Sabırla beklemekten başka çare yoktur.
Sonra bir an gelir, beklediğiniz mektup elinizdedir. Bir köşeye çekilir okumaya başlarsınız heyecanla. O kişi sanki kendini mektubun içine kapatmıştır, zarfı açınca yanınıza gelir.
Edebiyatın her döneminde mektup yazılmıştır.
Kişinin duygusal yönünü, karşılaştığı olaylarda etkileniş biçimini, iç dünyasındaki yansılarını, pişmanlıklarını, kıskançlıklarını, tutkularını yansıtır. Tüm ruhsal durumları tüm çıplaklığı ile bulabiliriz.
Hele yazan da önemli bir kişiyse onun görüş ve düşünceleri daha bir önem kazanır. Özellikle sanatçıların önemli kişilerin mektuplarını okumak, bize yararlanabileceğimiz pek çok bilgi verir, görüş alanımızı genişletir.
İ.Ö.1408-1354’lerde firavunların prenslere yazdıkları mektuplar vardır.
Dante’nin mektupları İtalyancanın hayranlık uyandırıcı bir kaynağıdır.
XVIII. y.y ‘da Voltaire’nin mektupları o zamana kadar en hacimli yazışmalardır. Avrupa’nın her köşesine yazılmış 18000 mektup…
J.J.Rousseou ve Montosquieu’nun mektupları… XIX y.y.’a bakınca Goethe, Balzac, Stendall karşımıza çıkar.
Franz Kafka, Milena’ya yazdığı mektuplarda hayallerini ve düşlerini anlatır.
Nazım Hikmet’in Kemal Tahir’e ve karısı Piraye’ye yazdığı mektupları unutmamak gerek… Hemen hepsi bugünlere gelmeyi başarmıştır. İlginç olan bir gün gelip de
yayımlanacağını asla düşünmeden yazılmışlardır.
Özledim hem de çok, kalpli, çiçekli, kelebekli kâğıtları, zarfları… Allah’tan mektuplardan yırtmayıp sakladıklarım var, günü gelince tekrar tekrar okumak için.
Tıpkı anneannemin mektubunda olduğu gibi. Zaman o sayfada donmuş gibidir. Okudukça saat tekrar çalışır. Tik, tak, tik, tak…