Bir varmış, bir yokmuş…
Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar Anadolu’nun küçük bir ilçesinde küçük bir kız yaşarmış.
Kız, tıpkı diğer çocuklar gibi bütün gün evde oyuncaklarıyla oynar dururmuş. Ancak bu onu pek mutlu etmezmiş. Çünkü aklı fikri evlerinin karşısındaki ‘okul’ denilen yerdeymiş.
Mahallenin çocukları bütün gün orada ne yapar merak eder dururmuş. Ellerinde çantaları, beyaz yakalı siyah önlükleri ile pek fiyakalı görünürlermiş.
“Ne zaman okula gideceğim ben?” dermiş bütün gün annesine. Hele de abisi gidip kendisi evde kalmasın mı, en çok da bu dokunurmuş ona.
Beklediği gün nihayet gelmiş. O sabah önlüğünü giymiş, dantelden yakasını takmış, beyaz kurdeleli iki örgü halindeki saçları ile geçmiş aynanın karşısına. Baştan aşağı şöyle bir süzmüş kendisini. Çok ama çok beğenmiş. Sonra kapıda bekleyen babasının elini tutmuş birlikte yola koyulmuşlar.
Az gitmişler, uz gitmişler, aslında bir arpa boyu yol gitmişler… Gitmişler de “Ne uzunmuş okul yolu dedikleri,” diye düşünmüş küçük kız.
Kapısına gelince başlamış yüreği çarpmaya. Ne yapacağını şaşırmış bizimkisi. Bir sürü çocuk ağlayan, koşan, zıplayan… Ama babası yanındaymış ya korkmasına gerek yokmuş.
O adamı ilk o gün görmüş. Babası “Öğretmenim eti sizin, kemiği benim, kızım sana emanet,” demiş.
“Kızım bak! Bu senin öğretmenin, artık o ne derse sözünden çıkmayacaksın, tamam mı?”. Demiş küçük kıza da.
Çocuk bu heybetli adama bakmış, bakmış, bakmış. O küçücük yaşında adamın o sert görüntüsünün altında yumuşacık bir kalbi olduğunu anlamış mı bilinmez. Ama o günden sonra onun için en bilgili, en akıllı, en büyük adam o olmuş. Ata’sından son gelirmiş Kenan Öğretmen.
Öğretmenini öyle çok sevmiş ki, okul dışında da yolunu gözler olmuş. Hele o ilk okuma yazmayı söktüğü gün kırmızı kurdeleyi taktığı an yok mu, bir fotoğraf karesi gibi yıllarca aklından çıkmayacakmış.
Gel zaman, git zaman küçük kız büyümüş. İş, güç sahibi olmuş. Ancak öğretmenini hiç ama hiç unutmamış. En büyük hayallerinden biriymiş onu yeniden görüp okulun bahçesinde fotoğraf çektirmek.
Bu bayram atladım gittim Akyazı’ya. İlçe hala o günkü gibiydi, maalesef hiç ama hiç değişmemiş, gelişmemiş.
Okulumu kolayca buldum, ancak kapısı kapalıydı. Ne can sıkıcı bir durumdu anlatamam. Karşımda yıllar sonra öylece duruyor ve ben içeri giremiyordum.
Duvarın üzerine çıktım, birkaç poz fotoğraf çekmeye çalıştım. Büyüdükçe her şey küçülmüş, okulun kapısı, okulum, o bahçe meğer ne küçükmüş.
Bir yandan da hayal ediyordum. O ilk günü, uluorta dans eden, şarkı söyleyen çocukları, “Buradan gidelim,” diyen bağrışları…
Tam o sırada bir mucize oldu sanki. Bir adam belirdi kapıda. Şaşırdım önce, ancak çabuk toparladım kendimi. Rica ettim, anlattım yüreğimdekileri. Şaşırma sırası bu kez ondaydı.
Birlikte okulun içine girdik. Okulum depremden sonra yeniden inşa edilmiş. Bu günlerde de tadilattaymış. Şansa bakın ki tadilat nedeniyle okul müdürü de oradaydı.
Konuştuk eski günlerden. Ne kadar sıcak insanlar, ne güzel insanlar unutulmaz güzellikte bir bayram günü yaşamam için vesile oldular. Ve bana öğretmenimi buldular.
Yarım saat geçmedi, öğretmenim ve eşi kapıda belirdi. Hiç ama hiç değişmemiş. Sarıldım boynuna, defalarca ellerinden öptüm. İnsan otuz dört sene sonra öğretmeninin ellerini öper de ağlamaz mı?
“Kızım, madem buraya gelmişsin beni görmek için, bırakmam seni…” dedi. O gün adeta bir rüyayı yaşattı bana.
Düşünün bir kere: Otuz dört sene sonra ilkokul birinci sınıf öğretmeninizi buluyorsunuz, hatta onunla okulunuzda buluşuyorsunuz. Sizi alıyor, evinde ağırlıyor. Sonra bir zamanlar yaşadığınız evi, sokağı, oyuncakçı dükkânını birlikte geziyorsunuz, o günleri birlikte yeniden yaşıyorsunuz. Olacak şey değil dersiniz, ancak bir rüya olmalı…
Üstümde tatlı bir sarhoşluk, öğretmenimin ellerini öpüyorum otogarda. “Umarım her şey gönlünce olur,” diyor. Gözlerim yaşlarla dolu bakıyorum gözlerine. Bu hayatta aldığım en yürekten temenni. O bakışları yüreğimi dağlıyor.
Şimdi oturmuş yıllar öncesine ait bir fotoğrafa bakıyorum. İzci kıyafetim üzerinde, sene 1977. Sonra da diğerine 1 Eylül 2011’de çektirdiğim. Arkamızdaki tabelada yazıyor ‘Akyazı Konuralp İlköğretim Okulu’
Hayatta kimi anlar bir rüya gibi tekrar yaşanabiliyormuş demek. İnsanın yaşlanınca torunlarına anlatabileceği masalımsı türden…
Bu masal buradan başa döner ve kendini tekrar eder… Nice masal gibi anlar yaşayabiliriz eğer istersek…