“Bizim atölye”
Hep merak ederdim yazmak üzerine kurulu atölye çalışmalarını…Önceleri ismi de acayip gelirdi. ‘Yazmak’ ve ‘atölye’ kelimeleri anlam bakımından birbirinden çok uzak görünürdü.
Atölye deyince insanın aklına alet, tezgâh geliyor nedense; oysa kâğıt ve kalem yeterliydi bizim atölyede…
“Bizim atölye,” diyorum şöyle ki; aradım, taradım sonunda muvaffak oldum, bir süredir bir yazı yaratımı atölyesine devam ediyorum.
Yazar ve akademisyen *Mario Levi’nin eğitmenliğinde yazmanın bambaşka boyutlarına yolculuk ediyoruz her hafta.
Farklı yaşlarda, farklı eğitimlerde, farklı işlerle uğraşan katılımcılarız. Doğal olarak amaçlarımız da farklı; kimimiz kendini daha iyi ifade etmek, kimimiz kaliteli vakit geçirmek, kimimiz ise içindeki yazarı keşfetmek için katılıyor kursa…
Kurs dediğime bakmayın. Aslında eğitim ders işler gibi değil, insanın kendini daha iyi anlayabilmesine, anlatabilmesine olanak tanıyacak sohbet toplantıları şeklinde yapılıyor.
Bu da insanın yazarken kendini daha rahat hissetmesini sağlıyor. Zaten ilk dersteki çekingen davranışların yerini bir süre sonra rahat ve kendinden emin tavırlara bırakmasından anlayabiliyorsunuz.
Derslerde, insanın yazarak kendini nasıl ifade edebileceği çok iyi anlatılıyor.
Kâğıdı kalemi alan herkes bir şeyler yazabilir. Ancak burada bahsettiğim ‘yazmak’, duygu ve düşüncelerin hangi dili kullanıyorsak o dile çevrilebilmesidir. Neler hissettiğimizi veya düşündüğümüzü iyi anlamak, uygun kelimelerle ve ifadelerle gerçeğe dönüştürebilmektir.
Eğitim, yaratıcı yönünüzün ortaya çıkmasını sağladığı gibi, yazı yoluyla iletişim kurmayı da öğretiyor.
“İnsanların yazacağı kendilerine ait ne çok hikâyeleri varmış meğer” diyorsunuz.
Zihnimizden ve kalbimizden geçenleri ne amaçla kâğıda dökeceğiz? Yazıda bu fikirlerin ve duyguların hangilerine yer vereceğiz? Okuru nereye götürmek istiyoruz? Okurun ne düşünmesini, ne hissetmesini bekliyoruz? gibi sorulara cevap buluyorsunuz atölye çalışmalarında.
Okuyanı içine alacak bir yazı yazmak için hissetmeyi ve hissettirebilmeyi öğretiyor.
Duyumsamayı öğreniyoruz; detayları görmeyi, fark etmeyi… Bunlar ise yazmanın eşsiz malzemeleri.
Hocamız yazmanın tıpkı diğer işler gibi bir bedel istediğini her fırsatta hatırlatıyor. Yani yazdığımızın on katı okumak, sürekli okumak, satır aralarını okumak…
Düzenli yazmak gerektiğini de vurguluyor. “Her gün masanın başına geçip yazacaksınız,” diyor. “Tabii disiplin şart,” diye de ekliyor.
Atölye çalışmalarında farkında olmadan o ana kadar kimseyle paylaşmadığımız sırlarımıza ortak oluyoruz satır aralarında…
Şiirler arası yolculuk yapıyoruz kimi zaman.
Bazen yaşayamadıklarımızı hikâyelerimizde yaşayarak, bazen intikam alarak, bazen de yaşadıklarımızın doğru olduğuna kendimizi inandırarak dökülüyor kelimeler satırlara.
Kimi zaman gülüyor, kimi zaman ağlıyoruz bir diğerimizin yazdığına.
Belki de en güzel yönü, Mario Levi gibi sıcak, samimi bir üstatla çalışmak ve yazdıklarımızı profesyonel gözlerine sunmak…
Böyle kaliteli bir eğitim sürecinin ilk dersi Mario Levi’nin şu sözleri ile başlamıştı: “Buradan çıkan yazar olur sanmayın sakın! Bunun formülü yok ki ben vereyim.”
—————————————————————————————————————–* Mario Levi’nin eserlerinden bazıları:
1990 Bir Şehre Gidememek Haldun Taner Öykü Ödülü
1999 İstanbul Bir Masaldı Yunus Nadi Roman Ödülü
2005 Lunapark Kapandı
2009 Karanlık Çökerken Neredeydiniz?