DÜN DÜNDE KALDI CANCAĞIZIM…
Yeni şeyler söylemenin, birilerini hakkıyla eleştirmenin sıkıntısını hiç bir yazımda yaşamadım.
Yazıyorsam eleştirmeliyim, eleştiriyorsam yazmalıyım diyerek yola çıktım.
Aksi takdirde ne yazmanın, ne de eleştirmenin bir anlam ifade etmeyeceğine inandım.
Aldığım olumlu tepkiler, olumsuz tepkilerin hep üstünde oldu.
Bazen ciddi, bazen alaycı bir üslupla aktarmaya çalıştım düşüncelerimi ve görüşlerimi.
Kimin anladığı, kimin anlamak istemediği ayrı…
Her ne olursa olsun içim hep rahat oldu.
İnsanın savunduklarını yazmasını ve de altına imzasını atabilmesini önemsedim.
Çok şey konuşan ancak konuştuklarını toplum içinde dile getirecek cesareti olmayanları tanıdım.
Mangalda kül bırakmayan ‘muhalif’ siyasetçiler gördüm; “Yenişehir Belediye Başkanı’nı başarılı bulmuyorum” cümlesini kurmaktan korkan.
Sinsilik kadar, şapşallığın da siyasetçiyi bozduğunu anladım.
Sinsi, şapşal, aptal, iki yüzlü, çok yüzlü, görgüsüz, ukala, bencil, narsist… tiplere bir türlü ısınamadım.
Gündelik çıkarlar için kendi doğrularımdan vazgeçmemeyi öğrendim.
Eş, dost, akraba, patron ne der diye düşünmedim, hesap yapmadım, işimi yaptım, hesap vermekten korkmadım.
Para hırsıyla yanıp tutuşan zenginlik sevdalılarına,
Makam için ortalığı kasıp kavuran koltuk sevdalılarına aklım ermedi.
Para için bukalemun gibi renk değiştirenleri gördükçe midem bulandı.
Din simsarlarına, din tüccarlarına, çıkar için dinden beslenenlere lanet ettim.
Aklı kendisine fazla gelip de kalanını başkalarına satmayı marifet bilenlere uzak durdum.
Herkesin sevdiği insan olmanın imkansız olduğunu fark ettim.
Herkesin sevdiği insan olmaya çalışan ve bunun için kılıktan kılığa, kalıptan kalıba giren yıllanmış bedenler gördüm…
Her birinden ufak da olsa dersler almaya çalıştım.
“Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım…” diyor Mevlana…
Her gün yeni bir gün ve her gün yeni bir şeyler söylemek için yaşamalı insan.