FARE MİYİZ YOKSA KEDİ Mİ?
Kedi korkusu ile yaşayan bir fareye, büyücünün biri acır ve yardım etmek ister.
Fareyi, kediye dönüştürür.
Sorun bitmez.
Fare, bu kez köpekten korkmaya başlar.
Büyücü onu kaplana dönüştürür ama sorun yine bitmez.
Fare bu kez de avcıdan korkar.
Büyücü, umudu keser.
Farenin korkusunu yenmenin, mümkün olmadığına karar verir ve eski haline döndürür.
Bir de tespitte bulunur.
Der ki
“Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”
Korkuyla yaşayan sadece fare değil.
Biz insanlar da öyleyiz.
Hem de çok değişik nedenlerden dolayı.
Kimimiz, kediden,
Kimimiz köpekten,
Kimimiz kaplandan ya da avcıdan.
Ortak noktamız ise korkularımızla yüzleşememek.
Nasıl bir yürek taşıdığımızı bilmeden yaşıyoruz.
Aynaya bakmayı sevmiyoruz.
Kendimizle, göz göze gelmekten korkuyoruz.
Aynanın,
“Sen de o kadar masum değilsin” demesinden korkuyoruz.
Yaşlanmaktan ödümüz kopuyor.
Yaşamanın anlamını bilmediğimiz halde.
Belki de bu nedenle ölümden korkuyoruz.
Pabucumuzun dama atılmasından korkuyoruz.
Geçmişte yaptığımız hemen her şeyi çok önemsiyor ve bilinsin istiyoruz.
İncir çekirdeğine doldurmayacak işlerin adamı olduğumuz gerçeği, canımızı sıkıyor.
Hiç değilse kendi kendimize kaldığımız saatlerde bir düşünsek.
Neden korkuyorum? Desek.
Korkularımızın doğal olup olmadığını sorgulasak.
Yine kendi kendimize kaldığımız saatlerde, cevaplarımızı değerlendirip sonuçlar çıkarsak.
Bir karar versek mesela,
Ne olduğumuz ile ilgili.
Fare miyiz yoksa kedi mi?
Kaplan mı yoksa avcı mı?
Tanısak kendimizi.
Hangisinin yüreğini taşıdığımızı bilsek.
Sonra da yüzleşsek korkularımızla.
Ne mi olacak sonra?
Mutlu olacak ve mutlu kalacak işler yapacağız.
İnsan ilişkilerimizi düzenleyecek,
Önemli ile önemsizi,
Gerekli ile gereksizi,
Ve doğru ile yanlışı,
Daha kolay ayırt edeceğiz.
İşte o zaman birey olacak,
Kendi doğrularımızı oluşturacağız.