Dolar 34,6904
Euro 36,7503
Altın 2.961,86
BİST 9.652,00
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 14°C
Çok Bulutlu
Bursa
14°C
Çok Bulutlu
Paz 12°C
Pts 10°C
Sal 10°C
Çar 12°C

Gezginin sırları

Herhalde otuz yılı geçti: Tokat’ta bir apartman katı. Mutfakta oturuyoruz ailecek. Mevsim yaz. Dayımın arada bir gönderdiği kartpostallardan biri var elimde.

Gezginin sırları
2 Mayıs 2011 23:05
A+
A-

Herhalde otuz yılı geçti: Tokat’ta bir apartman katı. Mutfakta oturuyoruz ailecek. Mevsim yaz. Dayımın arada bir gönderdiği kartpostallardan biri var elimde. Beğeniyle, üzerindeki pullara, pırıl pırıl fotoğrafa bakıyorum. Oralara gittiğimi düşlüyorum…

O yaşlarda hayatta ne istediğimi bilmiyordum belki ama ne hissetmediğimi çok iyi biliyordum. Özgür olmak!

Küçük yaşlarda başladı özgürlüğü bulma çabam. Bunu tüm gücümle hissettirirdim etrafa. Yere yatıp, “Özgür olmak istiyorum,” diye avaz avaz bağırdığımı iyi hatırlıyorum. Görenler bizimkilere, “Ne yapıyorsunuz bu çocuğa böyle,” derlerdi. Tıpkı demir parmaklıklar ardında yaşayan yavru bir kaplan gibiydim.

Özgür olmak fikri kaçıp kurtulmakla aynı anlama mı geliyordu, bilemiyorum. Öyle bile olsa neden, kimden kaçmayı istiyordum? Sebep falan yoktu. Kaçmak değildi, gitmek istemekti benimkisi. Çok uzaklara gitmek…

Çocukluk işte. Ancak içimde ilk kıvılcımlar böyle patladı anlayacağınız.

O eski okul haritasını hiç unutmam. Büyüyerek hızla bana doğru gelir, birden Sinbad’ın halısına dönüşür ve beni alıp gitmek istediğim ülkelere götürürdü. Öyle düşlerdim…

Haritadaki o ülkelere gidip öbür insanları ve yerleri tanımak en önemli meselem olmuştu. Bu da yetmiyordu, buralara tek başına gitmek istiyordum. Neden mi? Bilmiyorum. Çocukluk işte…

Annem ve babam inanmazlardı bütün bunların bir gün gerçek olabileceğine. Yine de hayallerimi bozmadılar.  Her zaman ellerinden geldiğince desteklediler.

Bir gün düşlerde seyahat eden küçük kız büyüdü. Hayaller gerçeğe dönüştü. Kendimi bir elimde seyahat çantam, diğerinde haritalar kimi zaman hava alanında beklerken kimi zaman da ıssız tren istasyonlarında beni yeni bir şehre götürecek başka trenleri beklerken bulmaya başladım.

Hayat felsefemin temel taşı olan özgürlük ve çocukluğuma verilmiş sözüm, beni seyahate iten büyük güçlerdi. Kolay olmadı tabi. Bir anlamda tek tip yaşam biçimini dayatan otoriteye karşı koymaktı benimkisi.

Her anne baba gibi bir saksı çiçeği misali özenle yetiştirmeye çalıştılar beni. Bilmeden dünyanın değişmez sınırlardan ibaret olduğunu öğretmeye çalıştılar. Ve içinde bulunduğun ortamla yetinmesini…

Hep böyle değil midir? Çocuğu mümkün olduğunca sınırları daraltılmış bir dünya algısı içinde tutmak, herkesin işine gelir. Hem milli eğitimin, hem ailenin, hem de toplumun.

Önceleri içimde yolculuklar yaptım. Zamanla sığmadı yüreğime. Özgür kıldım onu, o da beni. Döndüm yüzümü yollara, sınırları aştım.

Sınırlar, sınır kapıları, asık suratlı, nemrut, havalı görevliler. Bence bunlar aşıldı mı her ülke güzeldir. Her ne hikmetse bugüne değin hiçbir ülkenin hiçbir sınırında güleryüzlü görevlilerle karşılaşmadım.

Dünyanın farklı ülkelerine seyahat ederken özgür olmak için çırpınan o kızı düşlerim hep. Henüz yedi sekiz yaşlarındayken karar vermiştim, “Bir gün ben de dünyayı gezeceğim,” diye. O yıllarda Almanya’da doktor olan dayım farklı ülkelere yaptığı seyahatlerden kartpostallar yollardı. Alelacele yazıldığı belli, bir iki cümleyi geçmeyen bu kartpostalları dört gözle beklerdim. Bunlardan birkaçı vardı ki üzerindeki fotoğraflar hafızamdan hiç çıkmadı. Bremen’deki Bremen Mızıkacıları heykeli, Paris’teki Eifel Kulesi, Bangok’taki Yüzen Çarşı.

Başka bir gezegenden geliyormuşçasına heyecanlanırdım. O günlerde benim için dünyanın renkli birer temsilcisi oldular. Nasıl olmasın ki? Bir ülkenin resmini görmek için kütüphanenin yolunu tuttuğumuz yıllardı. Yaşadığım ülkenin griliğinde yüreğimi okşadılar.

Annem merakımı anlamış olsa gerek ‘Ülkeler ve İnsanlar’ ansiklopedisini fasikül fasikül alıp, biriktirmeye başladı. Pırıl pırıl kuşe kâğıda basılı bu dergiler aklımı başımdan alıp götürürdü. Uzanıp halının üzerine saatlerce bakıp hayallere dalardım. Her yer öyle uzaktı ki…

On iki yaşlarındaydım sanırım. Bir gün Sultanahmet’te on yedi on sekiz yaşlarında bir grup genç gördüm. Sırtlarında kocaman çantaları dolaşıyorlardı. Onca yüke aldırış etmeden kimi fotoğraf çekiyor, kimi de haritada gidecek yerleri bulmaya çalışıyordu. O an bir fotoğraf karesi gibi dondu, silinmemek üzere. Ve pek çok soruya dönüştü zihnimde. Dünyayı gezmek için Avrupalı mı olmak gerekirdi? Yoksa zengin mi olmalıydım? Belki de seyahat edebileceğim bir iş bulmalıydım…

(devam edecek…)

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj gönder
1
Merhaba
Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?