Hayallerin peşinde
Bir zamanlar mutlu olan iki çocuklu bir ailenin öyküsüdür bu. Tanıdık bir hikâye. Ve hayat kadar hakiki…
Kadın, hayallerini kilitli çekmecelerde saklayarak büyümüş. İçine kapanık ve suskun. Sürekli evde yaşıyor ve gerçekten çok yalnız. Gittikçe ev kaçılamaz bir hücreye dönüşüyor onun için.
Erkek, iyi bir iş sahibi. Kalabalık bir ortamda çalışıyor. Arkadaşları var. Buna rağmen o da yalnız.
Bu iki insan yaşamlarının nasıl olması gerektiği konusunda sürekli çaba harcıyorlar. Bir yanda beklentileri diğer yanda birbirlerine olan sevgileri… Bu yaşama uyum çabası bir süre sonra pazarlığa dönüşüyor. Ardından büyük bir ruhsal patlamaya…
Önlerinde sadece bir şans kalıyor. Aksi halde her şey parçalanıp yok olabilir. Erkek, kadının söylediklerinin evliliklerinin kurtulması için gerekli olduğunu hissediyor. Her şeyden kaçmak için tek bir şans!.. İstediğiniz yaşamı yaşamak için. Bunu değerlendirebilecekler mi?
Erkek, istediği hayatı yaşayabilmenin cesaret gerektirdiğini söyler ama kendisinin cesareti yoktur. Ve bu onun trajedisidir.
Film, kendimizi nasıl gördüğümüzü, nasıl olmayı arzuladığımızı ve her zaman olmak istediğimiz kişi olma fırsatı sunulduğunda bunu gerçekten isteyip istemediğimizi kendimize sormamız gerektiğini hatırlatıyor. Hayatınızı kabullenmek zorunda değilsiniz. Ve değiştirmek için cesur olmalısınız.
Filmde evlilik hayatının karmaşıklığı, ilişkide dürüst olunmaması durumunda duyguların körleştiği, gerginleştiği, baskının arttığı gözler önüne seriliyor. Modern kadın ve erkeğin durumu, nasıl davranmaları gerektiği, standartların ve kuralların ne olduğu…
Filmin konusunu gerçekten sevdim. Hikâyenin dürüstlüğünü ve yoğunluğunu. İngiliz edebiyatından seçme bir romandan alınmış. Kitabı filme adapte etmişler.
1950’de yazılmasına rağmen çağdaş bir konusu var. Bugün bile bu iki kişinin hikâyesi tanıdık gelecektir. Altmış yıl önce olduğu kadar bugün için de geçerli olan modern kaygılar anlatılmış.
Amerikan banliyöleri ve New York şehri filmin arka planını oluşturmuş. Tam bir dönem filmi: Ellilerin arabaları, kıyafetler, makyaj ve saçlar kişiyi o zamana ve mekâna götürüyor. Kostümler çok mükemmel: Tüvit takımlar, elbiseler, şapkalar…
Mutlu değilseniz yaşamınızı değiştirin diyor yazar. Aslında günümüzde de insanların yüzde doksanı sessiz bir umutsuzluk içinde yaşıyor. Hayatlarını kabullenerek ve bundan dolayı çok mutsuz olmalarına rağmen içinde bulundukları hayatı bırakmayarak. Çünkü söz konusu yaşamı terk edecek cesareti göstermek kolay değil.
Bu ilişkide iyi ya da kötü kişi yok. Açıkça suçlayabileceğiniz biri de. Bu güzel ve sevgi dolu ilişkinin bozulmasının sorumlusu bir kişi değil. Bu nedenle filmi izlerken kahramanlara sempati duyuyorsunuz. Ve istediklerini başarmalarını istiyorsunuz. Ancak başaramıyorlar…
Kadının mutsuzluğu, kendisiyle ve yaşamıyla ilgili olan ve en çok sevdiği şeyleri mahvetmesine neden olan düş kırıklıkları onu istenmeyen bir sona götürüyor… Çok derin, gizemli, çelişkili ve biraz karışık. Duygular katman katman hissediliyor.
Benzer bir hayatta nasıl davranacağınızı, başkalarının sizde görmek istediği değil de kendi hayal ettiğiniz hayatın ne olduğu üzerine düşünmeye sevk ediyor insanı.
Bir ilişkide ‘devrim’ niteliğinde köklü değişiklikler yaşanacaksa, buna en çok inanan ve bu süreci tetikleyen itici gücün ‘kadın’ olacağı fikrini ön plana çıkardığı için de son derece gerçekçi ve akılcı bir film.
İstenmeden yaşanan sıradan bir hayat. Umutsuz bir boşluk. Sonrasında ömür boyu bu yalanı sürdürmemek için denemeye değer bir çıkış yolu bulmak… Hayaller ve umutsuzluklar…
Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet’in başrollerini oynadığı ‘Hayallerin Peşinde’ izlediğim güzel filmler arasında. Trajik bir aşk hikâyesi seyretmek isteyenler kaçırmasınlar!