Milli politikamız: “Özelleştirme”
Devlete ait işletmelerin yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişmesinde önemli roller üstlendiğini biliyoruz. Hatta bu işletmeler olmasaydı Türkiye asla bu günkü konuma gelemezdi. Elbette ki günümüz şartlarıyla o dönemin şartları çok farklı.
Devlete ait işletmelerin yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişmesinde önemli roller üstlendiğini biliyoruz. Hatta bu işletmeler olmasaydı Türkiye asla bu günkü konuma gelemezdi. Elbette ki günümüz şartlarıyla o dönemin şartları çok farklı. Küreselleşmeyle birlikte rekabet faktörü üretim ve ticaretin en önemli gerçeği haline geldi. Ne yazık ki devlete ait çoğu işletmenin içinde bulunduğumuz çağın şartlarına ayak uyduramadığı ve kâr etmediği gibi bir gerçek var. Ancak bu işletmelerin topyekûn bir özelleştirme politikasıyla elden çıkarılmasına da sıcak bakmıyorum.
Örneğin Erdemir, Petkim, Seka, Telekom gibi firmaların kâr ettiği halde, kâr etmediği gerekçesiyle özelleştirilmesi, kamu açığına kaynak bulmak ve özel sektöre yeni kâr alanları açmak düşüncesiyle elden çıkarılmış olması, aklıma ortada bir mantıksızlık olduğu düşüncesini getiriyor.
Milli bir politika gibi benimsenen özelleştirme girişimlerine baktığımızda amacın özelleşen kuruluşlarda verimliliği arttırmak şeklinde tanımlandığını görüyoruz.
Ancak, bu kavramı ele aldığımızda bir kuruluşun özel sektöre devredildiği vakit daha verimli çalışacağı ve sadece özelleştirmenin yeterli olduğu gibi bir yanılgıya kapılıyoruz. Tabii ki ekonomide bir işletmenin daha verimli çalışması sektördeki rekabetle doğru orantılıdır. Ancak, kamu elinde hizmet veren tekel konumundaki bir işletmenin devletten özel sektöre satılması o işletmenin tekel olma statüsünü değiştirmemektedir. Dolayısıyla tekel konumunda olan kuruluşlar rekabet ortamının yarattığı kalite anlayışından da faydalanamamaktadırlar.
Öyleyse bu şirketlerdeki verimi arttırmak için özel sektöre devir yerine, o sektörde faaliyet gösterebilecek özel işletmelerin kurulmasına olanak vermek ve teşviklerle desteklemek de bir seçenek olarak değerlendirilmelidir.
Saydığım olanakların sağlanması veya teşviklerin verilmesine rağmen tekel konumundaki kuruluşu daha rekabetçi bir ortama çekebilecek rakipler çıkmamışsa bir başka seçenek de ithalat yolunun açılmasıdır. Tekelci firmanın kalitesini düşürdüğü veya fiyatını yükseltmek istediği noktada söz konusu rakipler bir oto kontrol mekanizması oluşturacaktır.
Kamu işletmeleriyle ilgili özelleştirme çalışmalarının bu kadar hız kazanmış olması da bu işletmelerin kendini geliştirmesi ve yenilenmesinin önündeki bir diğer engeldir. Bu işletmeler nasılsa bir gün özelleştirilecek düşüncesiyle hiçbir yatırım yapmamakta birlikte ileriye dönük projeler geliştirememektedir. Bu noktada devletin özelleştirme çalışmalarını belli bir proje dahilinde gerçekleştirmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu işletmelerin özelleştirilip özelleştirilmeyeceği çok önceden planlanmalı ve duyurulmalıdır. Böylelikle özelleştirmeyi bekleyerek yatırım yapmayan bu işletmeler her geçen gün gerilemekten ve rekabet güçlerini kaybetmekten bir nebze olsun kurtulabilirler. Özelleştirmelerin, kaynak kullanımında etkinlik ve verimlilik eksenine oturtulması gerekliliği de unutulmamalıdır. Kamu işletmelerinin, tek tek değerlendirilerek verimlilik ihtiyacı olanların belirlenmesi önemlidir. Tüm bunlara rağmen özelleştirmeye gidilmesi kaçınılmazsa bunun kamuoyunu rahatsız etmeyecek biçimde şeffaf bir şekilde yürütülmesi de şarttır. Kamu çıkarlarını koruyan toplumun kafasında soru işareti uyandırmayan, açık satış yöntemlerinin özelleştirme çalışmalarında mutlaka uygulanması gerekir.