ÖLÜM KAMPI´INDA VAHŞETİN VE BARBARLIĞIN İZLERİ
Seyahatimi planlarken Nazi Ölüm Kampı´nı da içine katmıştım. Hatta Varşova’ya sırf bunun için geldim diyebilirim.
Ancak göreceklerimin beni bu denli sarsacağını düşünememişim.
Başkentten üç buçuk saat süren tren yolculuğunun ardından Krakow´a, oradan da, bir saatlik otobüs yolculuğu yaparak kamp alanına ulaştım.
Gittiğim yer, yani Auschwitz I, bir toplama kampı. Eski adıyla Oscwinchim, bir zamanlar, nüfusunun yarısı Yahudi olan on dört bin kişinin yaşadığı sakin bir kasabaymış. İkinci Dünya Savaşı´ndan sonra Nazi rejimi tarafından Yahudilerin katledildiği bir ölüm kampına dönüştürülmüş. Sadece burada bile bir buçuk milyona yakın insan öldürülmüş. On binlercesine hunharca işkence yapılmış.
Gördüklerim dehşete düşürdü beni. Uzun süre etkisinden kurtulamadım. Filmlerdeki o sahneleri hatırlarsınız. Tıka basa vagonlara doldurulan insanlar kamplara gönderilirler, ölümü beklemek üzere… İşte kampın içine kadar giden böyle bir tren yolu var. Her şey o günkü hali ile muhafaza edilmiş.
Kampın etrafı elektrikli dikenli tellerle çevrili. Buna rağmen kaçmayı başaran olursa kaçakların ailelerini tutuklayıp getirirlermiş kampa; geri dönene kadar da eziyet ederlermiş, diğerlerine ibret olsun diye.
1940´ta Polonyalı politik suçlular için kurulmuş olan kamp, daha sonra Yahudiler başta olmak üzere Sovyet, Roman, Çek, Yugoslav, Fransız, Avusturyalı ve Alman tutukluları da barındıracak şekilde büyütülmüş. Ben en büyük iki kampı gezdim: Aushwitz I ve Aushwitz II yani Birkenau´yu. 1942 yılında üçüncü kamp ve akabinde kırk küçük şube daha açılmış.
Kampın girişinde bir yazı karşılıyor sizi: ´Arbeit Macht Frei´. Yani ´Çalışmak özgür yapar´ diyor. Buradaki tutuklular, maden ve inşaat gibi ağır işlerde, ücretsiz işgücü olarak çalıştırılmışlar. Bu yazı da tutuklulara umut vermek için yazılmış olsa gerek (!)
Burası artık bir müze. 1979 yılında UNESCO´nın İnsanlığın Kültür Mirası listesine eklenen bu iki kamp, Auschwitz-Birkenau Devlet Müzesi olarak kamuya açılmış. Dünyanın her yerinden binlerce insan bu trajediyi, barbarlığa görmeye geliyor. Fırınlarda yakılan insanların külleri, ölüm kararları, mektuplar, fotoğraflar… tutuklulardan geriye kalan özel eşyalar; valizler, gözlükler, taraklar, diş fırçaları, ayakkabılar, giysiler, hatta takma bacaklar… Trajedi ve hüzün insanın içine işliyor.
Odalar dolusu saçları gördüğümde ise kabul sınırımı çoktan aşmıştım. Sovyet Ordusu kampa girdiğinde yedi ton saç bulmuş. Bu saçlar dikiş ipi niyetine kullanılmış. Kumaş dokunulmuş kesik saçlardan. Daha ne akla hayale gelmeyecek eziyetler yapılmış: Altın dolgusu var diye insanların dişleri sökülmüş, gaz odalarında boğulup ardından fırınlarda yakılan tutuklukların külleri gübre olarak kullanılmış.
Naziler, kampa gelenlerden çalışamayacak durumda olanları banyo yapabilirsiniz diye soyup toplu olarak gaz odalarına götürüyormuş. Odaların tavanında duş başlıkları var. Ancak su tesisatına bağlı değil ve hiçbir zaman bağlanmamış. Akabinde zehirleyici gaz veriliyormuş ve insanlar toplu olarak bu odalarda öldürülüyormuş.
Tutuklular üzerinde tıbbi deneyler, bilimsel olmayan araştırmalar yapıyorlarmış. Yetişkinler üzerinde zorunlu kısırlaştırma, hadım etme deneyleri gibi…
1945 yılı, Ocak ayı ortasında, Sovyet Kuvvetleri Auschwitz toplama kampına yaklaşırken, SS subayları kampı ve yan kampları tahliye etmeye başlamış. Yaklaşık altmış bin esiri Auschwitz kampından batıya doğru yürümeye zorlamış. Binlercesi kamplarda öldürülmüş. Bir kısmı soğuk hava, açlık ve yürüyüş sırasında güneşe maruz kalmaktan mustarip olmuşlar.
Maalesef her zaman güzel şeyler sunmuyor müzeler. Ancak burayı mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Her metrekaresinde ölümün kol gezdiği, vahşetin, barbarlığın izlerini taşıyan Nazi Ölüm Kampı´nı… Acıları hissetmek, acıları paylaşmak, acıları düşünmek için.
Duvardaki tabelada yazıldığı üzere: “Tarih hatırlanmazsa, çaresiz bir daha yaşanır!” Umarım dünya bu ve benzer acılara bir daha şahit olmaz.