Yaşam denilen şey…
“Böylece herkes, her biri usulünce, gündelik hayatını sürdürüyor, düşünerek ya da düşünmeden; her şey alışılmış yolunu izler görünüyor, her şeyin bir kumarmışçasına sallantıda olduğu o dehşetengiz durumlarda bile insan sanki hiçbir şey yokmuş gibi nasıl yaşar giderse, öyle,” demiş Goethe.
“Böylece herkes, her biri usulünce, gündelik hayatını sürdürüyor, düşünerek ya da düşünmeden; her şey alışılmış yolunu izler görünüyor, her şeyin bir kumarmışçasına sallantıda olduğu o dehşetengiz durumlarda bile insan sanki hiçbir şey yokmuş gibi nasıl yaşar giderse, öyle,” demiş Goethe.
İnsanlara bakıyorum da, bomboş bir hayatı sürdürmeye YAŞAM diyorlar.
Sende onlardansın. Boş, üstelik ısmarlama bir hayatı yaşıyorsun. Biri senin için hazırlayıp koyuyor önüne. “Yaşa bunu,” diye dayatıyor.
Tatsız, tuzsuz… Haksızsam söyle! Her akşam olduğu gibi bu akşam da pijama, terlik, televizyona takılacaksın. Her hafta sonu gibi bu kez de okey oynayıp, taş sesinden başka bir ses işitmeyeceksin.
Geçen yılki tatilini düşün. Çalışmışmıydın yoksa? Yok, yok birkaç yıl önceydi o. Geçen yıl her yıl olduğu gibi aynı zamanda, aynı tatil köyüne gittin. Sürekli görüştüğün iki arkadaşın ve onların aileleri ile birlikte. Eşinle baş başa tatil yapmayı göze alamadığın için.
Güzel vakit geçirdiğini düşündüğün anları hatırlamak istediğinde hiçbir iz bırakmadan kaybolup gittiğini görüyorsun. Görüntüler zamanı alıp götürmüş oluyor. Tıpkı delik bir kova gibi hayatın. Bir şeyler koyuyorsun ama kova sürekli boş. Yaşam hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor sana. Pek çok şeyi yaşlılığa,emekliliğe erteliyorsun. Bazılarını da çocuklarında görmeyi hayal ediyorsun. Bu kadar imkânsız mı gerçekleşmesi? Peki, ya sonra nasıl olacak? O gün geldiğinde yeni bir insan olmayacaksın ki…
“ ‘Yaşayacağım,’ demek, inan bana, akıllı işi değil; çünkü yarın çok geç olabilir, bugün yaşa,” demiş Martialis.
Aslında zaman denilen şey pek çok anın birleşimidir. Biz ‘anları’ iyi değerlendirebilirsek, daha değerli bir yaşamı sürdürmüş oluruz. Şimdiki zamanı kaçırmamalısın! Senin için kolay değil tabi, alışmışsın ısmarlama yaşamaya. Bir yere gitmek istediğinde birisi bir plan yapsın, alsın seni götürsün istiyorsun. Karnın acıkıyor, karşında acıkmış bir insan bulmayı bekliyorsun. Derdine derman olacak, hastalığına ilaç bulacak birileri olmalı hayatında. Mutluluğun bile yanındaki insanın mutluluğu kadar olmuş. Sararmış gazete sayfalarını çevirir gibi dönüp bakıyorsun hayatına. Başkalarına ait hikâyelerle dolu; başka yaşanmışlıklar, kahramanlar… Ne yazık! Sen yoksun.
Bir gün bir söz, bir olay seni kendine getirecek. Kendinin ne kadar çok uzağına düştüğünü göreceksin. Kendini aramaya başlayacaksın yaşadığın hayatta. Etrafındaki sesler, görüntüler hep aynı şeyi söyleyecek, “kendine dön,” diyecek.
Düşün: Kendin için ne yapıyorsun? Neden çoğunluğa uymaya çalışıyorsun? Neden asıl istediklerini sürekli erteliyorsun? Hayatını kimin için yaşıyorsun?
İnsanlar artık derinlere inmiyor, soru sormuyor. Yaşamı ucundan ucundan tutarak girebildikleri fakültelerde, bulabildikleri işlerde, rastlayabildikleri dostlarla yaşayıp gidiyorlar…
İthal edilmiş ya da sunulmuş kalıplara kendilerini uydurmaya çalışıyorlar. Moda şarkıcıları dinliyorlar, en fazla reklâmı yapılan ürünleri kullanıyor, kitapları okuyorlar. Sevmeden, düşünmeden, sırf ‘herkes gibi’ olamamak endişesiyle evlenip, çocuk yapıyorlar. Yaşamıyor, oyalanmaya çalışıyorlar. ‘Boşluk’ bir ur misali büyürcesine…
Bunları okurken için daralıyorsa bunun nedeni kalemim değil, hayatının gerçekten sıkıcı, boş, anlamsız, hikâyesiz, sanatsız, edebiyatsız olmasından…