YEMEK YAPMAK DEYİNCE
En baştan kabul etmeliyiz, bu yemek konusunda erkekler kadınlara çok fazla yükleniyor. Sabah kahvaltısı, öğlen yemeği, beş çayı, akşam yemeği, yemek sonrası kahvesi, yatmadan önce meyvesi…
Zaten kadın bütün gün çalışmış, gerek işinde gerekse evinde. Amirinden, memurundan bıkmış, çocuklarından bezmiş, tüm devreleri atmışken yok çorbayı koy, yok tatlıyı getir, yok köfteyi götür… Üstüne üstlük “Niye suratın asık diye sormazlar mı?”
İnsaf yani. Kadının yüzü nasıl gülsün? Bizdeki yemek kültürü insanın kimyasını bozacak türden. Annemin gün boyu avukat, akşamları aşçı olduğu yılları hatırlıyorum da mutfağın kapısını açtığımda annemin yerine buharların içinde bir mahlûk bulurdum.
Ben yemek yapmayı sevmiyorum, bu nedenle hiç ilgilenmedim. Yemek yapmayı bilmiyorum aynı zamanda. “Bilmediğiniz bir şeyi nasıl sevmezsin?” diyeceksiniz. Gördüklerim, kıyısından köşesinden yaşadıklarım soğuttu beni.
Yirmili yaşların başında yabancı dil öğrenmek için Londra’ya gitmiştim. Bir ailenin yanında kalacaktım. Hiç unutmuyorum, ev ahalisi, daha gelir gelmez, “Bize hangi yemeği yapacaksın?” diye sormuşlardı. Adamlar sanki aç biilaç benim gelmemi bekliyorlarmış.
Zeytinyağlı dolmamı dersiniz, Turkish kebap mı, baklavalar mı, ne hayaller… “Hiçbirini,” dedim. “Yemek yapmayı bilmiyorum.”
“Nasıl olur?” “Olur mu hiç?”“Okulda öğretmiyorlar mı?”diye şaşkın şaşkın sordular. “Çok daha gerekli şeyler öğretiyorlar,”dedim, “Buna sıra gelmemiş olsa gerek.”
Pazartesilerin kâbusu ‘Ev Ekonomisi’ dersinden bahsettim. “Ev nasıl geçindirilir? haricinde her şeyi öğrettiler,” dedim. “Mesela; buzdolabı örtüsüne kelebek motifi nasıl işlenir? Pantolonun paçası nasıl bastırılır? Hokkaya kılıf nasıl örülür?”
Tabii adamlara bunları anlatmak epey güç oldu, bırakın anlamayı, en ufak fikir sahibi bile olamamışlardı. Meğer ‘Yemek Dersi’, ‘Yüzme Dersi’, ‘Tamirat Dersi’ gibi yaşamın devamı için gerekli dersleri alıyorlarmış okullarda.
Anladılar ki; Türk kızından Türk yemekleri yiyemeyeceklerdi. İyi de ben ne yiyecektim. Annem, “Oku kızım,””Sınava çalış kızım,” “Büyük adam ol,” deyip durmuştu bunca zaman. Büyük adamlar yemek yemiyormuş gibi hiçbir şey öğretmemişti.
Allah’tan kısa zamanda bir çaresini buldum. Hazır yemek kültürü son derece gelişmiş İngiliz marketlerinin abonesi olmuştum. Her şeyin hazırı vardı nasıl olsa. Puding, çorba, makarna, hamburger köftesi… yıkanmış, ayıklanmış sebzeler… Koy mikrodalgaya, bak keyfine. Yani dört ayağımın üstüne düşmüştüm.
Mutfağa girince annem aklıma gelirdi, acırdım. Ispanağı masaya koyacağım diye ömrünün on senesini verdiğini düşünürdüm. Kolay mıydı ıspanak yapmak? Kovalara koyacaksın yüzlerce dalı, yaprağı. Basacaksın suya, çamurunu akıtacaksın. Sonra bir daha, bir daha. Olmadı bir daha. Yok, ayıkla,doğra, yok kıymayı koy, pirinci ekle. Düdüklüyü bekle de düdük ötsün. Olacak şey değil, gerçekten çok eziyetli bir iş. Sonuca bakarsak sorarım size: hangi kadın ıspanağı iyi yapıyor diye hatırlanıyor günümüzde?
İngiliz çözmüş işi. 250 gr’lık poşetlerde satılıyor temiz yapraklar. Sıcak suyu döküp üstüne bekletiyorsunuz. Biraz da mikrodalga fırında ısıttınız mı afiyetle yiyebilirsiniz. Tamam, afiyet bunun neresinde diyeceksiniz. Kabul, tatsız tuzsuz belki ama yapan kadının yüzü gülüyor. Zaten en çok ıspanak işi soğuttu beni yemek yapmaktan.
İngilizler, pratik şeyler yiyorlardı. Kadınların durumu rahattı. Annem boşuna çile çekmişti ve çekmeye devam ediyordu. Ve onun gibi kadınlar, ıspanak yapan kadınlar…
Birkaç denemem oldu aslında. Mesela puding yaptım. Fena da olmadı. Ancak pilav yaparken pudinge dönüşmüştü benim pirinçler. Karnabaharı her zaman pişmiş gördüğümden manavda görünce “Ne kadar ilginç bir sebze” demiştim. İngilize İngiliz yemeği yapmak fikri ise en kötüsüydü.
Yemek yapmaya ilişkin hayatımda derin izler bırakan bu süreçte karar verdim: Yemek yapmak bana göre bir iş değildi. O günden bugüne yirmi yıl geçti, açlıktan ölmediğime göre durumu iyi idare etmiş olmalıyım.
Ancak o günlerde öğrendiğim, güzel yaptığım ve çok severek yediğim bir şey var; hatta Londra deyince aklıma o gelir: MUZLU TOST. Ne alaka diyeceksiniz; muzla tost? Uydurduğum bir şey değil, tamamen İngiliz usulü. Ama patenti hangi ülkeye ait bilemeyeceğim. Tembel birinin icat ettiği kesin.
Yapması çok kolay. Önce tost makinenizi ısıtın. Sonra küçük bir kâsede muzu ezin, içine bir kaşık bal ekleyin. Karışımı tost ekmeğine sürün, cızırdayıncaya kadar pişirin. Üzerine ceviz serpilmesi tavsiye edilir. Özellikle büyüme çağındaki çocuklar için on numara bir kahvaltıdır. Yemek yapmayı bilmeyenlerin vazgeçilmezidir. Hem besleyici, hem de lezzetlidir.
Belki birileri okur da tarife sahip çıkar diye umuyorum. Kim bilir bir gün gelir benim muzlu tost Yenişehir kafelerinin vazgeçilmezi olur. Umarım öyle olur…