Yolculuk notları
Döndüğümde asıl o zaman, gördüklerimle baş başa kalacağım. Yorgunluktan eser kalmayacak bir gün sonrasında. Tatlı bir sarhoşluk kaplayacak içimi.
Çocukluğumun sanki tek mevsimi vardı, o da yaz.
Bütün yıl onu özlerdim, hayallerimi ona saklardım, beklentilerimde hep o vardı. Ancak yaz geldiğinde anlardım zamanın aktığını. Öncesinde ise günler geçmek bilmezdi.
Hele de kış günleri.
Yaş ilerledikçe her mevsimi sever oldum. Yaz eskisi kadar bekletmiyor olsa da.
……………………….
Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Üç gündür buradayım. Gelmeden önce, göreceklerim için ne kadar hazırlıklıydım. Buna rağmen Kars’a girdiğimde beni çarptı diyebilirim.
Sanki Rusya’nın geride kalanlarına bakıyordum. Yol boyunca bir ıssızlık görünüyordu. Herkes gittikten sonra, geride kalan o hüzünlü ıssızlık.
Birkaç caddede sıralanmış eski yapılar görülmeye değer kılıyor şehri. Merkezine doğru bir canlılık başlıyor gibi. “Gibi” diyorum, çünkü daha hava kararmaya başlarken solmaya başlıyor şehrin rengi. Akşam dokuz dediniz mi de hayat bitiyor. Geceyi taşralı ıssızlık kaplıyor.
………………………
Ölmeden önce görülmesi gereken yerlerden biri.
Müthiş bir doğayla tarihin, Ermenistan’la Türkiye’nin, medeniyetlerin buluştuğu yerdeyim. Arpaçay nehri kenarında, Ani Harabeleri karşımda.
Kentin kuruluşu M.Ö 350-300 yıllarına dayanıyor. Ani, ortaçağ şehirlerindeki gibi bir kale kenti olarak kurulmuş. Katedral, cami, çarşı, hamam, kervansaray hepsini içinde barındırıyor.
Anadolu’ya İpek Yolu üzerinden girişte ilk konaklama merkeziymiş. Bu özelliği onu zamanın önemli bir ticaret merkezi haline getirmiş. İlk yerleşim ise M.Ö 5000’li yıllara kadar uzanıyor.
Karlar altında kalmış tarihin içinde adım adım ilerliyorum. Sadece yürürken çıkan ses bölüyor sessizliği. Çekip alıyor yaşanan ve geride kalan dönemin içine. “Vay canına!” dedirtiyor.
…………………………….
Karlar geleceklerinin üstünü örtmüş gibiydi.
Gezerken düşünmeye başladım: Buradaki çocuklar nasıl okuyacak, iş güç sahibi olacak?
Civardaki köylerden okullara ücretsiz servis koymuş Milli Eğitim Bakanlığı. Ev ev dolaşıp topluyormuş çocukları. Küçük de olsa bir umut belirdi yüreğimde.
“Şanslısınız bu sene kar yok sayılır,” dedi yaşlı adam. Hiç görmediğim kadar kara merhaba diyorum. Ve bulutlara… Beyazla mavi iç içe, farklı desenler çiziyor gökyüzüne. Dalıp gidiyorum bu eşsiz manzaraya Sarıkamış’ta.
……………………….
Karadeniz Simit Evi’nde oturmuş, bu satırları yazıyorum. Sabah Doğubayazıt’a gitmeyi amaçlayarak yola çıkmıştım. İshak Paşa Sarayı’nı görmekti niyetim.
Ancak yolda şoföre haber geldi: “Kepenkler kapatılmış!”. Bir şey anlamadım. Meğer hararet yükselmiş, her an her şey olabilirmiş. Sokağa çıkmak tehlikeliymiş… Dükkânlar kepenklerini kapatmış! Zoraki mola verdim.
Küçük bir tur attım bu küçük şehirde. Çarpık kentin en güzel örneği burası olmalı.
Bazı olaylar, mekânlar unutulmaz. O anın sizde yarattığı duygu ve sonrası onu unutulmaz kılar. Endişelendim, planımı değiştirmek zorunda kaldım ve belki de hayatım boyunca hiç uğramayacağım bir noktada yaşama iştirak ettim, üzerimde üç günlük yorgunluk… Iğdır böylesi bir güne ev sahipliği yapıyor.
……………………………..
Döndüğümde asıl o zaman, gördüklerimle baş başa kalacağım. Yorgunluktan eser kalmayacak bir gün sonrasında. Tatlı bir sarhoşluk kaplayacak içimi.
Yolculuktan getirdiklerime ara ara bakacağım, broşürler, notlar, fotoğraflar… Bunlara yeni dostlukları da eklemeli. Yanımda götürdüğüm yaşanmışlıklardan şehirlerin mozaiğini yeniden oluşturacağım.
Ve başkaları duyduğu zaman imrenerek bakacak yüzüme. “Vay canına!” diyecekler…